Bu ve bundan sonraki yazımı, Prof. Halid Ebu’l-Fadl’ın, ünlü Brill Yayınevi’nin çıkardığı Journal of Islamic Ethics adlı dergide yayımlanan “Qurʾanic Ethics and Islamic Law” (1 [2017] 7–28) başlıklı makalesinin ilgili bölümünden ilham alarak yazdım.
Önce Halid Ebu’l-Fadl hakkında kısa bilgi: Aslen Mısırlı olan düşünür, 1963'te Kuveyt’te doğdu. İslâmî ilimlerdeki öğrenimini tamamladıktan sonra 1982’de ABD’deki Yale Üniversitesi’nde siyaset bilimi okudu. 1989’da Pennsylvania Ü. Hukuk Fakültesi’nde hukuk doktoru oldu. 1999’da Princeton Üniversitesi’nde İslam hukuku alanında yüksek lisans ve doktorasını tamamladı. Texas, Yale ve Princeton Üniversitelerinde hocalık yaptı. Halen Kaliforniya Üniversitesi’nde genel insan hakları, İslam hukuku, güvenlik hukuku, İslam’da insan hakları gibi alanlarda dersler vermektedir. Ebu’l-Fadl, İslam ve insan haklarına dair çok sayıdaki çalışmalarıyla dünyaca tanınmaktadır. New York Times, Washington Post, The Wall Street Journal gibi birçok ünlü gazete ve dergide yazdı. Alanıyla ilgili pek çok ulusal ve uluslararası kurumun üyesidir. Aralarında 2007 yılı Oslo İnsan Hakları ödülünün de bulunduğu birçok ödül aldı. Eserlerinde Şeriat’ın ahlâkî prensiplerine vurgu yapmakta; bu prensipleriyle İslam hukukunun çağdaş insanî sorunların çözümünü içerdiğini savunmaktadır.
Selefî-Vahhâbî kesimlerin lafızcı ve şiddet üretici din yorumlarına uymadığı için eserleri Suudi Arabistan’a sokulmamakta, başka bazı Arap ülkelerinde de sakıncalı görülmektedir. Eserleri birçok dile çevrildi. Bildiğim kadarıyla dilimize hiçbir eserinin çevrilmemiş olması önemli bir eksikliktir.
***
Kur’ân-ı Kerîm’in (‘zayıf’tan) istidʿâf ve (‘kibir’den) istikbâr kavramlarıyla ele aldığı dezavantajlılar sorunu, o devrin Cahiliye Araplarıyla sınırlı olmayıp, ekonomik, sosyal ve psikolojik yönleriyle her zaman, her mekân ve her toplumda görülebilen ahlak temelli bir insanlık sorunudur. Kur’an’ın bu sorunun üstesinden gelebilmemiz için sunduğu ilkesel öneriler de aynı şekilde evrenseldir. Buna göre, istidʿâf ve istikbâr ile ilgili ayetleri metinsel, tarihî, kültürel, ekonomik vs. bağlamlarıyla birlikte okursak istidʿâf’ın “toplumun bir kesimini baskılamak, alçaltmak, ezip sindirmek suretiyle zayıf ve bağımlı hale getirmek” anlamında kullanıldığını görürüz. Bunun tersi olarak istikbâr da Kur’an’da “toplumun güçlü ve avantajlı kesiminin, zayıflara kibir ve üstünlük duygusuyla bakarak onları aşağılaması ve kendilerine bağımlı hale getirmesi” anlamında kullanılmaktadır.
İslâmî metinleri, özellikle de Kur’an’ı bugünkü hayatımıza dair ahlâkî dersler çıkarmak için okumamız ve ardından bu dersleri şimdiki kötü durumlara cevap verecek, onları iyileştirecek şekilde değerlendirmemiz gerekir. Bunun için de –günümüz İslam dünyasının bilgi tasavvuruna baktığımızda- Kur’an’da Allah’ın ahlâkî ilkelere yüklediği anlamları keşfetme hususunda büyük bir bilgi değişiminden geçmemizin öncelikli olduğunu anlarız. Zira Kur’an’ın istidʿâf dediği istenmeyen durumlarla başa çıkma hususunda Kur’an metodolojisi, özellikle günümüz Müslümanları arasında ihmal edilen bir çalışma alanı olmuştur. Oysa Kur’an ahlakını ve onun mutlak ve şartlara bağlı hakların işlerliğine ilişkin dinamiklerini kavramamız, ancak Kur’an’ın kendi tarihsel bağlamındaki olumsuz durumlara son verme hedefini bilimsel şekilde analiz etmekle mümkün olur.
Bu yaklaşıma göre istidʿâf, belirli insan sınıflarını “müstekbirler” denilen avantajlı kesimler karşısında zayıf düşürerek bağımlı kılan sosyal şartların varlığını anlatır. Kur’an açıkça şunu öğretir: Bir insanın bir tek sahibi (rabbi) vardır ki, o da Allah’tır. Bunun dışında insanlar arasındaki geçici dünyevi ilişkiler, onların birbirini rab-kul edinmelerine asla yol açmamalı, insanlığın aslî eşitliği ilkesini ihlal edecek şekilde görülmemeli, evrensel adalet ve merhamet ilkelerini zedelememelidir. Bunun da temel toplumsal ve siyasal şartı, hukuki hükümlerin ahlakın evrensel ilkelerine dayanmasıdır (Şeriat’ın nihai anlamı budur). Aksi halde müstadʿaf durumundaki insanlar, kendilerini müstekbirler kesiminin taleplerine ve kaprislerine karşı savunmasız bulacak; bu nedenle “Allah’a teslim olma” (islâm) şeklindeki ideal zorlaşacaktır. Çünkü zayıf ve bağımlı olanlar diğerlerine itaatkâr hale getirilmiş, onlar karşısında güçsüz düşmeleri nedeniyle Allah’a teslimiyetleri tehlikeye atılmıştır.