Çin’de ortaya çıkan virüs nedeniyle Dünya Sağlık Örgütü “uluslararası kamu sağlığı acil durumu” ilan etti. Örgüt başkanının bir cümlesi özellikle dikkatimi çekti. “En büyük kaygımız, virüsün sağlık sistemi daha zayıf olan ülkelere yayılma olasılığıdır” diyordu. Haklı bir kaygı… Ama “sağlık sistemi daha zayıf olan ülkeler”de sistem bu virüsün ortaya çıkmasıyla zayıflamadı ki! Bu ülkelerde hastalık, açlık, iç savaş, işgal gibi sebeplerle daha önce de insanlar ölüyordu fakat “sağlık sistemi güçlü” ülkelerin umurunda bile olmuyordu. Neden?
Efendim, galiba bireyler gibi devletlerin, toplumların da gerçek ahlak ve karakterleri zor zamanlarda belli oluyor. Bu virüs salgını devletlerin ahlak ve karakterlerini bir kez daha ortaya çıkardı. İşte bu ahlak nedeniyledir ki, dünyanın maddi yönden “zayıf” ülkelerinde her Allah’ın günü onlarca, yüzlerce insan ölürken “güçlü” dünya omuz silkip geçiyor.
Fakat bu Coronavirüs belası öyle omuz silkip geçilecek gibi görünmüyor; kısa sürede küresel bir felakete dönüşmesinden korkuluyor. Hatta turizm ve iş seyahatlerinin yoğunluğu nedeniyle zengin ülkeler salgın riskine daha açık durumda bulunuyor. İlgili uzmanların ve kurumların söylediklerine göre, -en gelişmiş sağlık yöntemlerinin kullanılmasına rağmen- hastalığın Çin’de böylesine hızlı yayılması, tehlikenin gelişmiş ülkeleri de vurabileceğine işaret ediyor. Onun için gelişmiş dünyanın da keyfi kaçıyor; tıpkı sığınmacılar meselesinde olduğu gibi…
***
Zengin devletlerin yöneticilerinin ahmaklığa varan yanılgıları şuradan geliyor: Onlar, ekonomilerini daha da güçlendirmeye, sadece kendi toplumlarının refah düzeylerini daha da yükseltmeye kilitlendikleri için buna yarayan her konuda en ileri derecede küreselleşmeden yana oluyorlar. Mesela hiçbir ülkede serbest ekonomi ve ticaretin önünde engel kalmasın istiyorlar; uluslararası yasaları, sözleşmeleri, tahkim kurum ve kurallarını buna göre düzenliyorlar. Ama sonuçta -herkesin gördüğü gerçek şu ki- bu küresel liberal ekonomik sistem fiilen küresel sömürü olarak işliyor. Günümüz dünyasında maddi gelişmişlik ve topyekûn hayat kalitesi bakımından zengin ve yoksul ülkeler arasındaki mesafe gittikçe açılıyor. Ekonomiyi küreselleştirenler adil paylaşımın ve refahın da küreselleşmesine izin vermiyorlar. Onun için yoksul bırakılan ülkelerde “sağlık sistemi daha zayıf” kalıyor, fakirlik ve çaresizlik daha da büyüyor.
Ama zengin dünyanın yöneticileri “ötekiler”in fakirlik ve çaresizliğini umursamıyor, şimdiki küresel adaletsizliğin ileride yol açacağı küresel tehlikeyi göremiyorlar. Onlar için Irak’ta, Suriye’de, Yemen’de, Libya’da, yoksulluk ve sefaletin kol gezdiği diğer ülkelerde her yıl yüz binlerin, milyonların ölmesi de önemli değil. Rahatlarını kaçıran tek şey sığınmacılar meselesi... Gelişmeler, şöyle düşündüklerini gösteriyor: O aptallar (bu doğru işte!) birbiriyle savaşsınlar ki, kendilerinin silah fabrikaları yüz milyarca dolarlık “iş” yapsın; yoksul halkların kaynakları zengin ülkelerin restoranlarına, eğlence mekanlarına aksın. Ne demişti şu acayip zat: “Biz petrolü güvence altına aldık. Petrolü seviyorum...”
***
İşte çağımız insanlığı için en tehlikeli virüs, bu pozitivist-pragmatist zihin ve ahlak yapısıdır. Bugün Coronavirüs tehlikesi -inşaallah- erkenden önlenecektir. Ama belirtiğimiz büyük sorunlar böyle devam ederse bir gün insanoğlunun felaketlere yenilmesi kaçınılmazdır. Çünkü küreselleşme öyle bir şey ki, eğer insanlar ve devletler dar düşünürlerse, herkesin herkese iki komşu kadar yakın hale geldiği küçülen dünyamızda komşunun evinde çıkan yangın diğer komşunun evini de saracak, küresel zulmün üreteceği felaket fakiriyle zenginiyle bütün toplumları vuracaktır.
Bu büyük felaketi önlemenin tek güvenli yolu, “Dört Kitapta” buyurulduğu gibi, komşunun komşuya güvendiği ve iyilik ettiği, kardeşlik ve komşuluk ahlakını içleştirmiş yeni bir dünya kurmaktır. İnsanoğlu bu küresel ahlaka hiçbir zaman bugünkü kadar muhtaç olmamıştı.