On yıldır diplomatik, siyasi, ekonomik vs. ilişkilerimizin hayli kötüleştiği bazı Arap ülkeleriyle, en başta da Mısır’la ilişkilerimize dair yapıcı açıklamalar duyuyoruz bugünlerde...
Mısır en köklü uygarlıklardan birkaçını bağrında yaşatmıştır. Hz. Ömer zamanında İslam topraklarına katıldığı yılların ardından ülkede İslâmî düşünce ve ilimler hızla gelişti. Özellikle İskenderiye, devrin önemli antik bilim ve felsefe merkezlerinden biri olma niteliğini asırlarca sürdürdü. Kimin yaktırdığı hala tartışılan dünyanın en değerli bilim ve felsefe kütüphanelerinden biri bu kentteydi.
Sonraki yüzyıllarda da Mısır pozitif bilimlerde, dinî ilimlerde, kültür ve uygarlık düzeyinde İslam’ın gözde merkezlerinden biri olma özelliğini yüzyıllarca korudu. 1258’de Bağdat’ın Moğollar tarafından işgal edilip Abbasi devletinin yıkılmasının ardından Kahire İslâm’ın kültürel başşehri haline geldi ve buraya her yerden ulema akını başladı; “el-Mısrî” vb. nisbelerle anılan sayısız ilim, fikir ve gönül önderleri yetişti. O yıllardan günümüze kadar Mısır’da dinî ilimler tahsil etmek, Arap olanıyla olmayanıyla, Endülüs’ten Osmanlı diyarına, Hindistan ve Orta Asya’dan Endonezya ve Malezya’ya, Afrika içlerinden Avrupa Müslümanlarına kadar dünyadaki Müslüman ilim yolcularının hayallerini süslemiş, Doğubilimcilerin itibar ettikleri ilk ülke de Mısır olmuştur.
Osmanlı zamanlarında ileri düzeyde öğrenim ve öğretim için en gözde ülke Mısır’dı; bu ilgi Cumhuriyet döneminde de sürdü. 1920’li yıllarda Türkiye’den giderek Mısır’a yerleşen bazı âlimler özellikle dinî ilimler alanında etkili oldu. Son Osmanlı şeyhülislâmı Mustafa Sabri Efendi, M. Zâhid Kevserî ve Mehmed İhsan Efendi gibi... Ülkemize armağan ettiği İstiklal Marşı’nın kabulünün 100. yıldönümü münasebetiyle bugünlerde minnetle andığımız Mehmed Âkif de on yıldan fazla bir zaman Mısır’da yaşadı ve rahmet-i Rahman’a kavuştuğu 1936’da İstanbul’a döndü.
Mısır, Arap ve İslam âleminde saygın konumunu bugün de devam ettiriyor. Nitekim Mısır üniversiteleri, özellikle de bin yıldan fazla geçmişi olan Ezher Üniversitesi –uğradığı ilmî ve fikrî erozyonlara rağmen- İslam dünyasında hala cazibe merkezidir. Neredeyse bütün Arap ülkelerinin üniversitelerinde Mısırlı veya Mısır’da tahsil görmüş çok sayıda hoca ders vermektedir.
Anlayacağınız Mısır, gönlümüzde Osmanlı’dan kalma özel bir yeri olan, yanlış gördüğümüz bazı mevzii gelişmeleri gerekçe göstererek, nevzuhur ideolojik-İslamcı takıntılar uğruna feda edemeyeceğimiz kadar önemli ve saygın bir din, ilim, fikir, edebiyat, sanat ve kültür merkezidir.
***
Şurası kesindir ki, Muhammed Mürsî 2012’de demokratik yollarla iktidara gelmişti ve bir yıl sonra askerî darbeyle devrildi. Her ne kadar türlü çıkar hesapları ve ideolojik kaygılarla ifade etmemiş olsalar da Mürsî’nin darbeyle düşürülüp hasız yere idam edildiğini ve bunun antidemokratik olduğunu Batılı yönetimler de bilirler. Bu doğru… Ama gelişmelere baktığımızda bir başka doğru daha var ki, o da şudur:
Mısır’la ilgili malum keskin tavrımızın arkasındaki asıl motif, “asrın idraki”nden ziyade, idrak boyutu epeyce tartışılır bir İslamcı-ideolojik ütopya idi. Öyle olduğu için de –çağdaş diplomasi ve hariciyede işin ehli kişilerin o günden bugüne hep söyledikleri gibi- çok zaman karşı tarafta doğuracağı ruh halini, tepki psikolojisini ve bunun sonuçlarını hesap etmeden ısrarla sürdürülen aşağılayıcı ve yıkıcı üslubun ülkemize ve bölgeye hayır getirme ihtimali yoktu; nitekim getirmedi de. Çünkü hakikatin, kabul edilmek için hakarete ihtiyacı yoktur.
Dileriz ki, başlayan yatıştırıcı üslup gelişerek devam etsin ve gerek Mısır’la gerekse diğer Arap ülkeleriyle gevşeyen bin küsur yıllık kardeşlik bağlarımız yeniden güçlendirilsin. Atalarımızın dediği gibi: “Zararın neresinden dönülürse kârdır.” Milletimizin ve bilhassa da fakir fukaramızın hatırı için şu “değerli yalnızlığımız”a artık bir son verelim Allah aşkına!