Bir yazımın başlığı “Müslümanlar ne kadar Müslüman?” idi. Bu soruyu tuttum; çünkü meselenin özüne, Müslüman insanın yakıcı gerçeğine dokunuyor.
Maalesef birçok konuda İslâm ne demişse -özellikle son zamanlarda- Müslüman birey ve topluluklar onun tersini yapıyor. Kur’ân-ı Kerîm, bir kötülüğü, -kime karşı işlenmiş olursa olsun- “yapanın kendine yaptığı kötülük” sayar. Bu anlamda kendi kendimize yaptığımız belki en büyük ve en tehlikeli kötülük şudur: Dilimizle ve elimizle insanları üzüyor, acıtıyor, onlara zarar veriyoruz. Sevgi, saygı, kardeşlik gibi yapıcı duygularla daha kolay çözeceğimiz sorunlarımızı düşmanlık ve şiddet duygularıyla içinden çıkılmaz hale getiriyoruz. Din “Önce kendine bak, kusuru önce kendinde ara” derken biz Müslümanlar, kendi ellerimizle ettiklerimizin suçunu başkalarına yükleyip işin içinden sıyrılıveriyoruz. Bizzat sebep olduğumuz yanlışları kendimiz düzeltmemiz gerekirken, suçlu olarak içimizden dışımızdan başkalarını gösterip, insanımızı onlara saldırtıyoruz.
***
Hem Kur’an öğretisinde hem Hz. Peygamber’in söz ve uygulamalarında en çok önem verilen toplumsal konu birlik ve kardeşlik ruhudur. Sırf şu ayet bile bunun İslâm açısından ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeter: “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a/İslâm’a/birliğe) sımsıkı yapışın, ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani vaktiyle birbirinize düşmandınız; sonra Allah kalplerinizi kaynaştırdı ve O’nun nimetiyle kardeşler topluluğu oldunuz. Bir ateş çukurunun tam kenarındayken Allah oradan sizi kurtardı...”
Tefsircilerin üstadı Taberî’nin kaydettiğine göre Hz. Peygamber sonrası neslin büyük müfessiri Katâde’nin bu ayetle ilgili açıklaması içinde şu ifadeler de vardı: “Yani siz önceden birbirinizi boğazlıyordunuz; güçlüleriniz zayıflarınızı yiyordu. Nihayet İslâm geldi ve aranızda kardeşlik ilişkisi kurdu, sizi birbirinize bağladı. Tek ilâh olan Allah’a yemin ederim ki kaynaşma rahmet, tefrika azaptır.”
Anılan ayetin bulunduğu Âl-i İmrân suresi Medine’de indi. Şimdi o mübarek toprakları yönetenler Batı silah tüccarlarının en büyük müşterilerinden ve o silahları sadece kardeşlerine kullanıyorlar. Müslümanların bomba yağdırdığı Yemen’de açlık, sefalet, ölüm kol geziyor. Seksen bin çocuk açlıktan öldü, ölmeye devam ediyor. Diğer Müslüman yönetimler çok mu iyi? Bu durumda önce bizim sormamız gerekmez mi: “Müslümanlar ne kadar Müslüman?”
***
Bütün muteber kaynaklarda geçen “Müslüman, diğer Müslümanların elinden ve dilinden güvende olduğu kimsedir” hadisini de dikkate alırsak, aslında hepimiz ne kadar Müslümanız? Evet!.. Özündeki ahlâkı ve insaniyeti boşalttığımız dindarlıkla buraya kadar… “Lâ ilâhe illallah” bayrağının altında bir insanı (ki, Kur’an’ın ifadesiyle haksız yere öldürülen bir insan, bütün insanlık demektir) sorgusuz sualsiz öldüren, canıyla bedeniyle yok eden bir “Müslüman” gerçeği, İslâm toplumlarındaki ahlâkî ve insani kâmil Müslümanlığın iflasıdır.
Şunu bilelim: O cinayeti işleyen zihinle, sevgi ve kardeşlik yerine nefret ve düşmanlık duygularını kışkırtan diğer zihinler arasında mahiyet farkı yok, sadece derece farkı var. Bizim toplumda bile bu gerçeği görmek için “dindarlık” adına sosyal medyaya yansıyan mide bulandırıcı nefret çıldırmışlığına bakmanız yeterlidir.
Bu fırtınadan kurtulmanın dünyada tek yolu var: Artık rüzgâr ekmeyi bırakıp, insanımızın beynine ve yüreğine ümmet ve insanlık için hayırlı bilgiler, duygular, değerler ekmek... Tarihin belli bir şartında meşru bir gerekçeyle putperest Araplara karşı savaşmayı emreden bir tek ayetten dört kelimelik bir cümlenin, daha barışçı bir insanlık ilişkisini emreden 134 ayeti neshettiğini (hükümsüz kıldığını) öğreten bir zihniyetin yeni dünyayı yönetecek aklı üretmesini beklemek hayalden de ötede bir aptallıktır. Bu gerçeğe işaret için ağzını açanı, kalemini oynatanı hakaret, tehdit ve türlü kuşatmalarla susturmaya çalışanlar bilsinler ki ümmetin geleceğini ateşe veriyorlar.