Kaynaklarımızdaki zengin bilgilerden çıkan sonuca göre insanî düzlemde adalet, “bireylerin ve toplumların ruhunda ve alışkanlıklarında ahlâkî erdemlerin dengeli ve uyumlu şekilde yerleşmesiyle oluşan, insan ve çevre ilişkilerine saygı, dürüstlük ve güvenilirlik kazandıran, insanlar arasında hakkaniyet ve eşitlik ilkelerine tavizsiz uyulmasını sağlayan en temel erdem”i ifade etmektedir. Müslüman âlim ve düşünürler, İslam’ın adalet dini (dînu’l-adl) olduğu ve adalet kavramının eşitliği de içerdiği fikrinde ısrar ederler.
***
Günümüzden 12 asır önce yaşamış olan tarihçi ve edebiyatçı Ahmed b. Tayfûr’un, Kitâbu Bağdâd (Kahire 2002, s. 30-31) adlı eserinde adalet üzerine yazdıklarını okuduğumda çok beğenmiştim. Bir kısmı şöyle: Yargı, Allah’ın, yeryüzündeki herkesin işlerini düzene sokan adalet terazisidir. Yargıda adaletin ayakta tutulması ve uygulanmasıyla ülke halkı erdem toplumu haline gelir, yollar güvenli olur, mazlumlar korunur, insanlar haklarını alır, hayat güzelleşir, devlete saygı artar, Allah herkese afiyet ve barış nimetlerini tattırır, din ayakta kalır, kurallar ve yasalar uygulanır. Yasalar uygulanınca da yargı yoluyla hak ve adalet paylaştırılır…” 14. asrın büyük sosyologu İbn Haldûn da bu sözleri çok beğenmiş olmalı ki, ünlü Mukaddime’sine aynen almıştır (Beyrut 1982, s. 307-308).
Benim kanaatime göre, felsefenin doğru anlamıyla Müslümanların en büyük filozofu olan Fârâbî, 11 asır önce toplumsal yapının kuruluşu ve kalıcılığı ile ilgili şu önemli tespiti yapmıştı: “Ülkenin cüzleri (etnik, dinî vb. topluluklar) ve bunların alt grupları sevgi sayesinde bir araya gelip birbirine bağlanır, adalet ve adilane işlerle ayakta kalıp varlıklarını korurlar” (Fusûl Müntezi‘a, Beyrut 1405, s. 70).
Tam bir sosyal ahlakçı olan Mâverdî (ö. 1058), “Kapsayıcı adalet (adl şâmil), insanları birbiriyle kaynaşmaya götürür, saygıya yöneltir. Kapsayıcı adalet sayesinde ülkeler mamur olur, servetler büyür, nüfus artar, yönetim ve devlet güvende olur” diyor. Mâverdî’ye göre hiçbir kötülük adaletsizlikten daha yıkıcı olamaz (Din ve Dünya için Ahlâk Yasaları, çev. M. Çağrıcı, Ankara 2021, s. 213-214).
Gazâlî, yaklaşık 1000 yıl önce yargı bağımsızlığı konusunda şunları yazmıştı: “…Bir hâkim, görevini ancak yöneticilere dalkavukluk ederek, onların ve onlarla ilişkisi bulunanların yüzünden bazı hakları ihlal ederek yürütebilecekse, çünkü onların aleyhine hüküm verdiğinde kendisini görevden alacaklarını ya da verdiği hükmü uygulamayacaklarını biliyorsa, artık onun hâkimliği kabul etmesi caiz değildir. Eğer bu görevi üslenmişse, yöneticilerden hukuka uymalarını istemeli, azledilme korkusu görevin ihmali için kesinlikle mazeret oluşturmamalıdır. Azledilirse sorumluluktan kurtulur. Ve eğer Allah için hüküm veriyorsa, azledildiği için sevinmelidir” (İhyâ, çev. M. Çağrıcı, İst. 2022, III, 481).
***
Çağımızın saygın hukuk felsefecilerinden Amerikalı düşünür John Rawls’un, adalet ilkesinin mutlak ve tavizsiz oluşuna dair sözleriyle bitirelim:
“Nasıl ki doğruluk düşünce sistemlerinin ilk erdemiyse, adalet de sosyal kurumların ilk erdemidir. Ne kadar zarif ve yararlı olursa olsun, bir teori doğru değilse reddedilmeli veya gözden geçirilmelidir. Aynı şekilde yasalar ve kurumlar ne kadar etkili ve iyi düzenlenmiş olursa olsun, adaletsiz iseler düzeltilmeli veya kaldırılmalıdır. Her insan, bir bütün olarak toplumun refahının bile geçersiz kılamayacağı, adalete dayanan bir dokunulmazlığa sahiptir. Bu nedenle, bazılarının özgürlük kaybına uğraması, şayet başkalarınca paylaşılan daha büyük bir iyiliğe vesile oluyorsa, bu özgürlük kaybının doğru olacağı fikrini adalet reddeder. Keza adalet, birçok insan daha büyük avantajlara kavuşacaklar diye birkaç kişiye fedakârlık yapmalarının dayatılmasına da izin vermez. Bu nedenle adil bir toplumda eşit yurttaşlık özgürlükleri dokunulmaz kabul edilir. Adalet tarafından güvence altına alınan haklar, siyasi pazarlığa veya sosyal çıkarların hesaplanmasına tabi tutulamaz. Hatalı bir teoriyi kabul etmemize izin veren tek şey, daha iyisinin olmamasıdır. Bunun gibi, bir adaletsizlik de ancak daha büyük bir adaletsizlikten kaçınmak gerektiğinde kabul edilebilir. İnsan faaliyetlerinin ilk erdemleri olan hakikat ve adalet tavizsizdir” (A Theory of Justice, Cambridge 1999, s. 4).