Hepimizin, gerek gördüğümüzde, ülkemiz ve insanımız için iyi şeyler yapanlara karşı takdir ve minnet duygularımızı ifade etmemiz insani bir güzellik, hatta görevdir. Benim gibi insanlar da bir konuda bazı kişiler veya kesimler hakkında takdir ve minnet duygularını ifade etmeyi gerekli görebilirler. Böyle bir durumda insan, bazılarının -kimi zaman ölçüyü kaçıran- eleştirilerine maruz kalmamak için önce neden öyle yazdığının gerekçesini belirtmek zorunda kalıyor. Ben de böyle bir girişle söze başlayayım.
***
Biraz demirin filizinden başlamak gibi olacak ama yine belirteyim ki, millet olarak, birçok hasletimizin yanında, bazısı bize özgü kusurlarımız da var. Mesela fazla duygusal bir milletiz. Onun için birini sevince tam seviyoruz, kızınca da tam kızıyoruz. Öyle olunca bir daha da geri dönemiyoruz. Bunu belki kötü niyetimizden değil, tabiatımız böyle olduğu için yapıyoruz. Ama yine de birçok toplumsal sürtüşmelerimizin, kopmalarımızın derinlerinde bu duygusallığımız var. Hz. Peygamber’in bu hususta enfes bir tavsiyesi var; şöyle: “Birini sevdiğinde ölçülü sev; çünkü bakarsın bir gün kızacağın biri olabilir. Birine kızdığında da kızgınlığını ölçülü tut; çünkü bakarsın bir gün seveceğin biri olabilir.”
F. Gülen bağlılarının birçoğunun -bunca ihanetleri ortadayken- hâlâ ondan kopamamalarının arkasındaki psikolojik neden işte bu kör sevgi ve bağlanmadır.
Duygusal olmak kötü değil. Fakat duygularımız aklımızı esir alırsa işte orada nereye varacağı belli olmayan sorunlar başlıyor. Çünkü o zaman ya doğruyu göremiyoruz veya görsek bile kabul etmeyi kendimize yediremiyoruz. Bu sorunumuzun doğurduğu tahammülsüzlüğü kişisel ilişkilerimizden tutunuz, siyasal, ideolojik, mezhepsel ayrışmalara kadar her alanda görüyoruz.
İsterseniz yine 15 Temmuz olayı üzerinden, ölçüsüz kızgınlığın nasıl kör nefrete dönüştüğüne de bir örnek vereyim: 15 Temmuz’daki millet direnişinin sayısız kahramanları olmakla birlikte, bu kahramanlığın ortaya konmasını ve zaferle sonuçlanmasını sağlayan lider tartışmasız Sayın Erdoğan’dır. Onun sergilediği liderlik olmasaydı belki de bu ülke kaybedilmişti. Buna rağmen -oranı ne kadar bilemeyiz ama- sırf hadiste belirtilen aşırı kızgınlık yüzünden pek çok insanımız bunu kabullenemiyor.
***
Benim zaman zaman öğrencilerime de söylediğim, tamamen kitabın (Kur’an’ın) ortasından olduğuna inandığım bir sözüm var: İnsan fabrikasyon, seri üretilmiş bir mamul değildir; Allah her insanı özel yaratmıştır. Sadece fiziksel açıdan değil, ruhsal özellikleri, karakteri, huyları yönünden de her insan farklı bir ilâhî eserdir. Gerçek tasavvufun bu konudaki felsefesine hayranım. Elbette inancımızın, düşüncemizin başkalarınca da benimsenmesini isteriz. Ama karşımızdaki istediğimiz gibi olmuyor diye yüreğimizi nefretle de dolduramayız. Yüce Rabbimizin buyurduğu gibi “Dileyen inanısın, dileyen inanmasın.” İnsanlara tek tip elbise giydirir gibi tek tip fikir ve inanç dayatamayız. Bu, öncelikle, insanları farklı yaratan ve “Dinde zorlama yoktur” (yani zorlama yönteminin İslâm’da yeri yoktur; bk. Hamdi Yazır, Kur’an dili, II, 860) buyuran Allah’a karşı saygısızlıktır.
Maksadım “Falancaları övün veya yerin” demek değildir. Zaten övgüyü hak edenler övgü de beklemezler. Maksadım, olgusal yönden hakikatin, ahlâkî yönden de adaletin gereğini ifade etmektir. Çünkü 15 Temmuz kalkışması başarılı olsaydı bunun altında hepimiz kalacaktık. Burada hakikati dürüstçe kabul ve ifade edersek, başka konuda yanlış bulduğunuzu eleştirmeye de hakkımız olur ve eleştirimiz en azından anlayışla karşılanır.
Onun için derim ki: Birçok konuda farklılıklarımız olsa da geliniz “her durumda hakikat ve adalet” prensibinde birleşelim.