Cumhuriyet’in dil politikasının öne çıkardığı isimlerden Karamanoğlu Mehmed Bey bugünlerde, 12 Mayıs 1277’de vefat etmiş. (Farklı tarihler de veriliyor.) Tam adı Mehmed Şemseddin olup, Karamanoğulları tarihi itibariyle I. Mehmed olarak isimlendirilen bu tarihi şahsiyetin süregelen şöhreti Türkçe bahsinde vurgu yapılan ünlü fermanı/iradesi ile açıklanabilir. Bu ferman sayesinde ölüm günü olan 12 Mayıs’ta türbesinin bulunduğu Karaman’ın Ermenek ilçesinin Balkusan Köyü’nde dil bayramı kutlamaları yapılıyor. (Ülkemizde Türk Dil Bayramı olarak bir başka kutlama da 1932’de ilk Türk Dili Kurultayı’nın açılış günü olan 26 Eylül’de gerçekleştiriliyor.) Daha önemlisi fermanı öne çıkaran heykellerinin yanında bir de 2007 tarihinde Karaman’da kurulan Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi’ne adının verilmesi.
Dilimizin gelişme evrelerinin, abartılı olarak ana duraklarından biri olarak nitelenen ve adeta bir atasözü olarak söylenegelen, 1277 tarihli bir cümlelik ferman kaynaklarda farklı ifade edilmekle beraber şu söyleyişi esas alabiliriz. “Şimden (Bundan) geru (böyle) hiç kimesne (kimse) divanda (karar meclisinde), dergâhta (tarikat meclisinde), bargâhta (sarayda), mecliste (bir arada bulunulan yerde) ve seyranda (açık alanlarda) ve dahi her yerde Türk dilinden özge (gayri) söz söylemeye!” Bu sözün dayanağı olarak şu bilgi verilir: Anadolu’da XIII. Yüzyıl ortalarında Selçuklular genellikle edebî dil olarak Farsçayı (Mevlânâ’da olduğu gibi), devlet işlerinde Arapçayı, halk ise öz dilleri olan Türkçeyi kullanıyordu. Mehmed Bey birlikte yaşamanın ilk şartı olarak dil birliğinin sağlanmasının gerekliliğine inanıyordu.
Gerçi bu sözü Selçuklu yönetimine karşı Türkmenleri safına çekebilmek için sarf ettiği yorumu da var. Ekşi Sözlük’te bu sözle ilgili ilginç bir tespite yer verilmiş: “Meşhur cümlede ironik olarak 6 Farsça, 3 tane de Arapça sözcük vardır. Bu hâliyle İnönü’ye atfedilen ‘Lisanımızdaki kelimat-ı ecnebiyeyi ihraca mecburuz’ şeklindeki, ekler hariç, içinde hiç Türkçe öge bulundurmayan cümleyi hatırlatıyor.” “Türkçenin kaderini değiştiren adam” olarak anılan Karamanoğlu Mehmed Bey’in bu fermanıyla Türkçenin ilk defa resmî dil olarak kabul edildiği ve Arapça ve Farsçaya karşı dilimizin ağırlık kazandığı genel kabulü bir hayli tartışmalıdır. Çünkü ferman söylemde kalmış, uygulanamamıştır. Fermanın ilanıyla aynı yıl, Mehmed Bey bir Moğol birliğiyle çatışmada kendisi, kardeşleri ve amcaoğulları ile şehit edilmiştir. Ünlü Selçuklu tarihçimiz Osman Turan’a göre, Türkçenin devlet işlerinde ilk defa kullanılması Osmanlılara aittir.
Osmanlıyı tarihten silmeyi hedef alan Cumhuriyet ideolojisi Türkçenin önünü açan olarak bir Karamanoğlu’nu keşfetmiş, bu keşif efsaneleştirilerek devam edegelmiştir.
***
Karaman’da bu hafta yapılan Dil Bayramı kutlamaları münasebetiyle Karamanoğlu Mehmetbey Üniversitesi Edebiyat Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. İdris Nebi Uysal, Anadolu Ajansı muhabirine açıklamalarda bulunmuş. İçinde bulunduğumuz ‘Türkçenin karanlık günleri’ne ışık tutan haber metninden bir seçmeyi paylaşayım:
“Doç. Dr. İdris Nebi Uysal Türkçenin bugün en güçlü dönemini yaşadığını vurguladı ve ‘Türkçe için bir varlık sorunu, gelecek endişesi asla yok’ dedi.” Gerçekliği tersyüz eden bu beyan şaşırtıcı olsa da Uysal’ın açıklamaları böyle devam etmiyor, dilimizin bugününe dair yerli yerinde tespitlerde bulunuyor:
“Dilimizin birtakım sorunlarla karşı karşıya olduğunu da söylemek lazım. Türkçenin değil, Türkçe kullananların sorunları. Temelinde de Türkçe öğretimindeki yetersizlik ve ana dil bilincinden yoksunluk yatıyor.”
“Neredeyse her dil gibi Türkçenin de İngilizcenin tehdidi ile karşı karşıya olduğunu belirten Uysal, ‘İngilizce veya başka dillerden kelime alışverişi elbette olacaktır. Ancak bizi üzen ve düşündüren, Türkçede karşılığı varken, Türkçe olmayan kelimelere, ifade biçimlerine müracaat etmektir. Bu yaklaşım, hem iletişim hem de kimlik sorunu yaratıyor.’
“İşyeri ile ürün adlarında görülen yabancılaşmanın rahatsız edici boyutlarda olduğunu ifade eden Uysal şöyle dedi.” ‘Ürünü Türkiye’de üretiyoruz, üretenler Türk, ürün yabancı kelimeyle sunuluyor. Bu bizi rahatsız ediyor. Türkçe ile ilgili hassasiyetimizin her anlamda üst seviyede olması gerekir. Adına yabancılaşma, kirlenme, yozlaşma, ne derseniz deyin, bu tablo kimilerini hiç rahatsız etmiyor. Bunun nedeni dil bilincinin olmayışı. Bu topraklardan ikinci bir Mehmet Bey çıkar mı? diye düşünüyoruz. Türkçe hepimizin evi, kendimizi en güvende hissettiğimiz yer. Onu korumak evimizi, yurdumuzu korumak gibidir. Türkçeyi korumak demek, aslında kendimizi korumak demektir.’
“Türkçenin 700 binin üzerinde kelimeyle çok zengin bir dili olduğunu vurgulayan Uysal; ‘Günlük hayatımızda çok az kelime kullanıyoruz. Okuma alışkanlığımız yok. Bizim başka dilden kelime almaya ihtiyacımız yok. Hayatımızı belli başlı kelimelerle sınırlandırmak, düşüncemizin çerçevesini sınırlandırmak anlamına geliyor.’”
Dil bayramları da olmasa Türkçemizin maruz kaldığı kültürel istila ne devletlularımızın, ne de ilgili kurum ve üniversitelerimizin gündemine girmeyecek. Ayrıca, Türk Dili Yılı ilan edip, nutuk atma dışında hemen hiçbir şey yapmama vebalini taşımanın kolay anlaşılabilir bir keyfiyet olmadığını söylemeden geçmek istemem.
İsmail Hakkı Baltacıoğlu’nun bir sözüyle bitirelim: “Dil her şeyden önce bir zihniyet, bir ruh ve bir deha işidir. Dilde bir de ancak duygu ve kalb adamının , sanatkârın duyabileceği, sezebileceği bir keyfiyet âlemi vardır.”