Başlıktaki ibare Mehmed Âkif’in Ye’s şiirinden. Ümitsizliğin hemen herkese sirayet ettiği bir tarihte, 14 Mart 1913’te neşredilen şiirde vatana sahip çıkmanın önemi şu sözlerle dile getirilir: “Sahipsiz olan memleketin batması haktır, / Sen sahip olursan bu vatan batmayacaktır.” 1910’lu yıllar çökmekte olan bir devleti ayakta tutmanın, bir varlık yokluk kavgasının verildiği yıllar olmuştur. Bu ‘yeniden doğuş’ mücadelesinin bir tezahürü de dil ve edebiyatta cereyan etmiştir. Bunun da en etkili olanı 1911-1912 yıllarında Selanik’te neşredilen Genç Kalemler mecmuasının ilk sayısında Ömer Seyfeddin’in kaleme aldığı “Yeni Lisan” başlıklı makale ile başlayan millî dil kampanyası olmuştur. Dilde özleşme için yapılması gerekenlerin sıralandığı bu başyazı, bir derginin başlattığı fakat millî mesele olarak ruhlarda yankı bulan, fertlerden devlete kabul gören bir diriliş hamlesinin en etkili adımı oldu. Gerçi öncesinde Mehmed Emin ( Yurdakul ) şiirleri ile, Meşrutiyet sonrasında İstanbul’da kurulan Türk Derneği ve Türk Ocağı gibi kuruluşlar da faaliyetleri ile kemdimize gelmede üzerlerine düşeni yaptılar.
Millî Edebiyat böyle bir iklimde vücut buldu. Genç Kalemler mecmuasında Ömer Seyfeddin, Ali Canip (Yöntem) ve Ziya Gökalp’in öncülüğünde başlayan millî uyanış dönemin hemen bütün edebiyatçılarının ortak ülküsü haline geldi. Türkçülük ve Türkçecilik temelli bu hareketin meyveleri Cumhuriyet ideolojisinin hükümran olduğu yıllara kadar geçerliliğini korudu. Bu hareketin merkezinde yer almayan Halide Edib bile Yeni Turan (1912) eseriyle gelişmenin dışında kalamadı. Bu kültürel direnişin ön saflarında şüphesiz hem bir fikir adamı hem de İttihat Tekakki iktidarının kanaat önderi olarak yer alan Ziya Gökalp’in rolü büyük olmuştur. Hatta vefat tarihi olan 1924’e kadar Cumhuriyet yönetiminde de…
Bu girişi, bir bakıma yeniden hatırlatmayı, sözü Peyami Safa’nın Dokuzuncu Hariciye Koğuşu romanındaki, Türkçe’ye sahip çıkma bahsine getirmek için dile getirdim. Roman 1929 yılında Cumhuriyet gazetesinde tefrika edilmiş ve 1968 yılına kadar farklı yayınevleri tarafından neşredilmiş, bu tarihten itabaren Ötüken Neşriyat tarafından yazarın diğer eserleri ile beraber yayımlanmakta. Bu yıl 82.baskısı yapılmış, Safa satış rekorları kıran eserleriyle yayınevinin lokomotifi durumunda.
Romanın otobiyografik özelliği yazar ve eleştirmenlerce dile getirilmiştir. Sekiz yaşından beri bacağındaki hastalık sebebiyle hastane hastane gezen on beş yaşındaki genç, akrabalarından bir paşanın köşküne ziyarete gider. Köşkte paşa, adeta birlikte büyüdükleri ve aşk duyguları beslediği paşa kızı Nüzhet ve ona talip doktor Ragıp vardır. Bir akşam yemeğinde gençle diğerleri arasında Türkçe kavgası yaşanır. Roman 1928 yılında tefrika edilmişse de, olay zamanı 1915’tir. Yani yazının ilk bölümünde sözünü ettiğim dilde özleşme ve millî edebiyat akımının kuşatıcı iklimi söz konusudur. Romanda sözünü ettiğim tartışmaya “Kozmopolitlerin Hücumu” başlıklı bölümde yer verilir. Aktaralım: “Paşa anlattı: Ragıp Bey diyorlar ki, İstanbul’da gece yarıları, üçer beşer kişi, ellerinde birer kova siyah boya ile sokakları dolaşıyorlarmış ve nerede Fransızca bir ibare görürlerse siyahla kapatıyorlarmış. Sen ne dersin? Almanlara yaranacağız diye kırk yıldır öğrendiğimiz lisanı bize unutturamazlarya!
Kime yaranmak olursa olsun, güzel Türkçe dururken, sokak tabelâlarına Fransızca ibareler yazılmasına karşı olduğumu söyledim. Paşa ve doktor basit kozmopolit fikirleriyle bana hücum etmeye başladılar. Paşa, Fransızlar’a sevgisini içtimaî bir akide seviyesine çıkarmak için nafile yoruluyor, Fransa’nın bizim kültürümüz üstündeki tesirlerine dair alelâde Tanzimat fikirlerini sıralıyordu. Doktorun samimi olup olmadığını bilmiyordum, fakat onun bütün delili, Türkçe’nin kifayetsizliğini iddiadan ileri geçmiyordu. Reçetelerimizi bile Fransızca yazıyoruz” diyordu. (…) Biraz Nüzhet’ten ittifak bekliyordum. Aksi oldu. Nüzhet de şiddetle muarızlarıma katıldı. (…)
Türkiye’de ecnebi mekteblerin kuvvetli silindirleri altında yamyassı olan bu kafaların kesilmesinden başka çare görmüyordum. Ecnebi mekteplerini işgal suretiyle manevi kapitülasyonları kaldırdığı için hükûmeti beğeniyordum.”
Yukarıdakilerin ruhları satılmışken, aşağıdakiler “sen sahip olursan” vatan batmayacaktır diyebilmenin gururunu yaşıyorlardı diyebiliriz.