Kimi metinleri okurken rüzgârın savurduğu çerçöp misali başıbozuk yazmanın nasıl bir psikoloji ile açıklanabileceğini merak etmişimdir. Yazının, yazmanın da bir namus meselesi olduğunu düşünürsek, en ufak bir dikkat ve özen göstermeden kalem oynatmanın kirli elbiseyle dolaşmaktan farkı olmasa gerek. Yazı yazarken aşk ile, zevk alarak, dikkat ve rikkatle yazmıyorsak, tuşlarına vurduğumuzda harfleri doğuran bir daktilodan, bilgisayardan farkımız kalmaz. Daha kötüsü farkında olmadan güzellik, yücelik duygusunu yitiririz. Rastgele yazma, ne yazdığımızı gözden geçirmeme veya imlâ kurallarını öğrenmeden yazma cüretinde bulunma zamanımızda öylesine yaygınlaştı ki, anormal olanı normalmiş gibi algılar hâle geldik. Bu yozlaşmaya kayıtsız kalamayız. Bu durumu görmek ve göstermek aydın sorumluluğu olarak görülmelidir.
Buna dair aldığım notlar bir hayli birikti, ‘dertler paylaştıkça azalır’ kavlince buyurun siz de ortak olun.
***
Vereceğim örnekler usta denilebilecek yazarlara ait olmayabilir, editörler, yayın yönetmenleri ne güne duruyor? Ne yazık ki, gelen metinleri okumadan yayınlama olağan hale geldi. Bu durumun iş ahlâkıyla bağdaştığını söyleyebilir miyiz?
Fikriyatımızın ulu çınarlarından Fuat Sezgin ve Kemal Karpat hakkında yazılarla başlayalım. Mutad üzre ifadelerin sorunlu kısımlarına yer vereceğim. 11.7.2018 tarihli Yeni Şafak Kitap’ta, Hüseyin Şen’in “Fuat Sezgin’in mirası” başlıklı yazısından: “...özel ilgi ve alakaya…” “...farklı dillerde yayınlamış” (yayımlanmış olmalı). Edebîlik taslamaya örnek bir cümle: “Fuat Sezgin, bizlere bıraktığı dev miras ile ismini yıldızlara yazdırdı.”
Aynı kitap ekinde Eren Yılmaz’ın “Kemal Karpat’ın Babadağı’na minnet borcu” başlıklı yazısından: “… Rumeli nezdinde açıklaya (açıklamaya olmalı) çalışmıştır.” “… Türk-İslâm kültürünün yegâne mirasının yaşadığı Babadağı…” (yegâne nasıl olabilir?). “… kültürel değerler tek tek yüz tutmaya (yok olmaya olmalı) başlamıştır.”
Aziz dostum, yetkin yazar Necmettin Turinay ekteki “Bir Uzun Küllük ve Marmara Hikâyesi” başlıklı yazısında da görüleceği üzere kişi isimlerini yazmada gereken dikkati göstermeyebiliyor, zihninde kalanla yetiniyor. Bunun sonucunda yanlış yazımlar kaçınılmaz oluyor. Doğru yazımları parantez içinde göstererek örneklendirelim: “Marmara’nın (Kıraathane ilave edelim) zengin kadrosu” diyerek isimler sıralıyor: “Niyazi Özdemir (Mehmet Niyazi), Muzaffer Özak (Ozak), Osman Selim Kocahasanoğlu (Kocahanoğlu), Şahin Usar (Uçar), Sedat Ümran…” (Umran).
“...bu ruh ve fikir galaksinin (galaksisinin olmalı) içinde…” “...İlesam (İLESAM) salonlarında...” 12.7.2018 tarihli Star Kitap’ta Melek Gedik, İç Kanama kitabı üzerine Hüseyin Su ile bir söyleşi yapmış. Yazarımız bütün bir toplumu itham eden, öylesine iç karartıcı, bu kadar da olmaz dedirten ifadeler sarf ediyor ki, bize ‘ört ki ölem!’ demek kalıyor. Kitabın ismi ile örtüşen sözler bakalım sizi de rahatsız edecek mi?
“Güçlü olan zayıf olanı eziyor, büyük balık küçük balığı yutuyor ve böyle olması gerektiği düşünülüyor. Bu yargıyı yadırgayan birini bulabilir misiniz? Saldıran, daha çok saldıran, mütemadiyen saldıran insanlar toplumda ne kadar saygı görüyor değil mi? Bu insan, zamanımızın kahramanı.” (…) “...kimse kimsenin ‘insan kardeşi’ de, ‘din kardeşi’ de değil gerçekte.” (...) “Karun ahlâkı neredeyse herkes için ardından koşulan bir hayat düzeyi ve değeri. Şefkat, merhamet, vefa, dostluk, sevgi, saygı gibi erdemler zayıflık belirtisi. Karun müsveddeleri birer idol…”
13.7.2018 tarihli Hürriyet kitapsanat’ta Kaan Egemen’in “Calvino’nun fotoğraflı hikâyesi” başlıklı yazısından: “...belir belirsiz (belli belirsiz olmalı) gülümseyen…”
19.7.2018 tarihli dünyabizim’de, bu elektronik sitenin kurucusu ve eski sahibi Erhan Erken’in “Kur’an ve Arapça derslerimizin serencamı” başlıklı yazısından: “Harflere aşina olduğumdan Osmanlıcayı (doğrusu Osmanlı Türkçesini) kolay sökebiliyordum. Tabii kelime ve kavramların manalarına nüfus (doğrusu nüfuz) edebilmek için…” “… bir gurup (doğrusu grup) arkadaşımızla…” “Hafta içi okumalarımız (okumalar olmalı) yapıyor.” “İsmail ağada…” (doğrusu İsmailağa’da). “… klasik Arapçaya (Arapçayı olmalı) en iyi bilen...” Sitenin yayın yönetmeni Munise Şimşek’in aynı günkü “Asrımızın Matrakçı Nasuh’u Nusret Çolpan” başlıklı yazısından: “Yunanistan Ayvanoz (doğrusu Aynaroz) Manastırı’nda…” 19.7.2018 tarihli Cumhuriyet Kitap’ta Eray Ak’ın “Bir eski zaman masalı” başlıklı yazısından: “… söylemek istediklerini asla geçmişle sınırlarını (sınırlı olmalı) tutmuyor.” “… yaşamın bir parçasını izlediğimi (izlediğimiz olmalı) roman kahramanı.” “… yıldızların gmkte (ne demek?) birer ikişer çıkışını…” Ek’in Vitrindekiler sayfasında “… Hendrik Groen’in huzurevinde sessizce bölümü (ölümü olmalı) beklemektense…” “Uygarlığı (Uygarlığın olmalı) yozlaşmasına ilişkin…”
28.7.2018 tarihli Enpolitik sitesinde Yavuz Bülent Bakiler’in “Doç. Dr. Selçuk Özdağ” başlıklı yazısından: “Manisa aşağı bir milyon yukarı iki yüz bin nüfuslu bir Müslüman Türk şehri…” “‘Haksızlık karşısında susan dil (dilsiz olmalı) şeytandır!’ hadisine uyarak…” Peyami Safa, “Kalemi elime aldığım günden beri Türkçenin müdafaası için yazdığım satırları birbirine eklesem İstanbul-Ankara şimendifer hattından daha uzun olur” demiş. Şimdilerde bu mesafenin daha da arttığına verilen örnekler şahitlik etmiyor mu?