Bir öykü yıllığının asıl işlevi öykü yayımlayan dergileri hiçbir ayrım yapmadan tarayarak öykücülüğümüzün geldiği noktayı temsil eden nitelikli ürünlerden oluşan bir seçki hazırlamaktır. Kıyıda köşede kalmış dergilerden, adı sanı yeterince duyulmamış, ‘öykücü’ sıfatı genel kabul görmemiş, metinleriyle henüz işin başında oldukları ayan beyan olan kişilerin ağırlıkta olduğu bir öykü yıllığı yayımlamak öykücülüğümüzün düzeyini düşürmektir. Üstelik öykücülüğümüz son derece parlak bir dönemi yaşarken…
Edebiyat Ortamı Öykü Yıllığı’nı hazırlayan Arif Ay, Beyhan Kanter, Erdem Dönmez ve Halil İlteriş Kutlu öykü ile birinci derecede ilgili değiller. Sunuşta öykü seçiminde katkıda bulunduğu belirtilen Okan Koç’un konunun uzmanı olduğuna dair bir bilgiye sahip değilim. Kalite peşinde olmaktan çok, tabir caizse ‘işi kurtarmak’ öne çıkmış gibi görünüyor. Öykü seçmekten çok, isim seçmek de gözetilen hususlardan biri olmuş gibi. Oysa asıl ölçüt, bir kişinin yıl içinde yayımlanmış en nitelikli öyküsünü seçmektir. Yıllığa öykü seçmek, dergide yayımlamaktan farklıdır ve kılı kırk yarmayı gerektirir. Geçelim öykülere…
***
Öykülerin büyük çoğunluğunda yazım hataları var. Yazarları dikkat ve özen göstermemiş. Dergi ve Yıllık yöneticileri de düzeltmeden yayımlamış. Okurken yaptığım düzeltmeleri yazıya geçirmeye kalksam bir düzine yazı gerekecek. Yazım hataları dışındaki hususlara değineyim. Ahmet Sarı’nın Annem ve Babam Hacc’a Gitmeyi Çok İstiyorlar öyküsü, öyküden çok bir gerçekliğin ifadesi gibi. Metinde, “kahretsin yine Hacc’a gidemediklerinde” sözündeki “kahretsin” yabancı filmlerin Türkçe seslendirilmelerinde kullanıla kullanıla dilimize yerleştirilmiş, Allah’sız bir ifade biçimi. Böyle kullanma şuursuzluğu akla getirir. Usta öykücü Cemil Kavukçu’nun Elifba adlı öyküsü bağlamında bir hususa dikkat çekmek gerekiyor. Bir edebiyatçının içinde yaşadığı toplumun dinî değerlerinden, inanmasa da, haberdar olması, dinî terimleri doğru kullanması gerekir. Aksi halde toplumuna yabancılaşır, okur tarafından yadırganır. Ya Elifba öyküsü yazmayacaksınız ya da “aptes” (abdest), Kuran (Kur’an), “sufara” (supara) örneklerinde olduğu gibi terimleri yanlış kullanmayacaksınız. Demir Özlü’nün Bir Kenti Hayal Etmek metni alıntılandığı Kitap-lık dergisinde öykü adı altında yayımlanmış olsa da, bana göre öykü değil. Olsa olsa anı, anlatı olabilir. İsimlerin eserlerin önüne geçtiğine güzel bir örnek.
Eyüp Tosun’un Münir Bey adlı öyküsünde Müslüman bir anne hakkında “toprağı bol olasıca” deniliyor. Bu ifadenin gayr-i islâmî olduğu bilinmiyor olsa gerek.
En fazla yazım hatasının Kâmil Yeşil’in Davet hikâyesinde ve Mehmet Kahraman’ın Dar Alınlar adlı öyküsünde olmasına şaşırdım doğrusu. Yetkinleştikçe dikkat azalıyor mu? Mesut Doğan’ın Beyaz Melek adlı öyküsünden anlamsız ifadeler: “… göklere doğru yükselen saçlarını görmeliydiniz. Az daha uzasa topuklarına değecek.” “Gökyüzü açıktık.” “Eve geldiğinde eşim beni bekliyordu.” Öyküler okunmadan mı yayımlanıyor? Necati Kanter imzalı İniş ve Dönüş hikâye veya öykü değil. Dinî muhtevalı bir metin. Nedim Gürsel’in Kayıkçı öyküsünde “ haşırdıyordu kavaklar” ve “ aferim “ gibi bir hayli yanlış yazımlar bir yana müstehcen ifadeler var. Ünlü oldunuz mu dokunulmaz oluyorsunuz. Osman Koca’nın Yok Yere öyküsünde, “ zira determinist ve kuantür ve de normatif yaklaşım sahipleri ” gibi saçmalık dedirtecek pek çok cümle var. Sözü yere düşürmek böyle olsa gerek. Özlem Şan’ın Sonsuza Dek öyküsü de farklı değil. “ pişmanlığını iki cümle arasında bismillah yapan ” gibi uçuk kaçık cümlelerle karşılaşıyoruz. Bunlar nasıl seçilir? Demeden edemiyorsunuz. Recep Kayalı’nın Çift Badeli Âşık Destanı öykü değil, Fransızca da satan folklorik bir metin. Sema Öztürk’ün Koku adlı öyküsünün seçilmesi de şaşırtıcı. “Kahretsin” yanlış kullanımına yenileri eklenmiş. “Yedi yüz elli kuruş (yetmiş beş kuruş) simit olmuş bir lira.” “iskarpin ayakkabı giyen.” (Aynı şey olduğunun farkında değil.) “Romen Diyojen deniz feneri elinde” (Roma imparatoru ile filozofu karıştırıyor.) Öykünün bütününde sapla saman karıştırılıyor. Haftaya sözü bağlamak üzere…