Ömer Erdem, 12 Mart tarihli gazetemizde yayımlanan, benim yazılarıma atıfta bulunarak kaleme aldığı, “Dilin yanlışı, dilin doğrusu” başlıkla yazısında dilimize dair önemli ve güzel tespitlerde bulunuyor. Dilimizle hemhâl olan bir yazarın, edebiyatçının duygu ve düşüncelerinin özlü ifadesi olan yazısından kısa alıntılarda bulunalım:
“...şimdilerde kimsenin umurunda değil aslında dilimiz. (…) Dil sadece teknik bir mesele değil, tamamen ruhtan oluşan bir varlıktır. O ruhu bütün zenginliğiyle görüp duyacağımız yegâne mecra edebî eserlerimizdir. Türkçenin mucizesi edebiyatımızdır.
Yazıyla, kitap ve kalemle yaşayanlar niçin dikkatsiz davranırlar? Bu toplumun bireyleri dil denilen varlığın neden uzağına düşerler?”
Dil meselemizin bam teli bu sorularla bağlantılı. Şüphesiz bu arızalı durumun temelinde doğru dürüst dil eğitimi verilememesinin yanı sıra yaşadığımız kültür ve medeniyet değişiminin Türkçemiz üzerindeki yıkıcı etkilerini görmemiz gerekir. Dilimizi konuşanlar için böyle olabilir de, yazanlar nasıl ‘dilin uzağına düşerler?’ “Dilimize sevgi ve saygı duymazlar da ondan” demekle haksızlık mı etmiş oluruz?
***
Nurettin Topçu, Batı karşısında körleşen ve kendi değerlerini Batı’yı taklit hevesiyle küçümseyenlerin ‘parazit’ olduklarını ifade ediyor. Yazarken gereken dikkat ve özeni göstermeyen, yabancı kelime ve kavramları kullanmakta beis görmeyen kalem ehlini de ‘parazit’ olarak görsek nasıl olur? Üstelik dünya görüşü gereği kendi değerlerini önemseyenlerin de dilimize sırtını dönenler kervanına katılmalarını nasıl izah edebiliriz? Bu anormal hâli yazılanlardan örnekleyelim:
Dostum A. Ali Ural’ın, Arka Kapak dergisinin 26. sayısında “Her şey İsmet Özel Yaşarken Oldu” (İsmini zikretmişken, gönüllerimizdeki şairimize acil şifa diliyorum) başlıklı portre yazısından: “...‘şiir personası’ kendileri adına bir çekiliş düzenleyecek ve bu çekilişte vertigodan nostaljiler ve kara sevdalar kazanabileceklerdir.” Bu ifade bize ne söylüyor acaba?
28.6.2018 tarihli Cumhuriyet Kitap’ta Asuman Büke Kafaoğlu’nun “Kimmiş bu İmiş” başlıklı yazısından: “Romandaki anlatı ‘in media res’ formunda yazılmış. Solipsizm kullanarak yazar romanın içine ronını yerleştiriyor.”
29.6.2018 tarihli Hürriyet kitapsanat’ta Elif Türkölmez’in “Hâla buradayız aşkım” başlıklı yazısından: “Bir komüniteyi, bir toplumu…” Ekolojik bir tabiri toplum karşılığı kullanmak bilgisizlik veya özensizlik olsa gerek.
Şebnem Turhan’ın “Delilik en büyük servetimiz” başlıklı yazısından: “...Türkiye’nin ‘unicorn’u bu şirketler…” Haldun Dostoğlu’nun “Toprağın her hali” başlıklı yazısından: “Anadolu kadınlarının ellerinden çıkmış objeler en saf, en nahif (doğrusu naif ) halleriyle karşımızda.”
Aynı ekte Eray Aytimur’un ‘Fermata ‘isimli albümü üzerine Cenk Erdoğan’la söyleşisinden:
E. A.: “...bir noktada progresif hatta seykedelik kafalara giriyor…” (…) “Bu arada Kabak-Lin Record’u severek takip ediyoruz ama bu albüm tam da İran’ın Hermes Records kataloğundan gelmiş gibi tınlıyor. Bunu söylemekteki maksadım ‘Fermata ‘da Mezopotamya ECM soundu duymam.”
C. E.: “İran muhteşem bir yer ver.” (Yanlış yazmadım böyle) 8.7.2018 tarihli Fikir Coğrafyası web sitesinde Alaattin Diker’in “Son Nokta “başlıklı yazısından: “… kimlik inşa sürecini > self-creation < olarak nitelemek…” “… dominant grup…” “İbn Khaldun” (Batılılar gibi yazmak neyin nesi?) Kitabın Ortası dergisinin Temmuz 2018 sayısında Ezgi Aşık ressam Devrim Erbil ile bir söyleşi yapmış. Söyleşide önde gelen iki ressamımızın ismi yanlış ve eksik yazılmış. “Neşet Ünal (doğrusu Günal) ve “Ali (Avni) Çelebi”. Ayrıca, “86 bin 4 yüz saniye “gibi garip bir ifadeye yer verilmiş.
Şimdilerde Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı olan Fahrettin Altun’un 9.7.2018 tarihli Sabah gazetesindeki “Kültürel alan da demokratikleşmeli” başlıklı yazısından bir alıntı ile bitirelim: “Kültürel üretim alanında mafyatik bir örgütlenme var. Batıcı ideolojiden, millet düşmanlığından beslenen bir yapı bu.” Buna karşı ne yapıyorsunuz en yetkili olarak?