Türkiye’nin milli düşmanının Yunanistan olduğu 1980’li ve 1990’lı yıllarda dönemin ünlü televizyon muhabirlerinden Mithat Bereket, Yunanistan hakkında yayınlanan bir televizyon programında, iki ülke arasındaki siyasi krizlerin nedenini “Her iki ülkenin de vazgeçmeleri mümkün olmayan siyasi menfaatleri” olarak açıklamıştı. Yunanistan artık milli düşmanımız değil. En azından milli düşmanlar listesinde en ön sıralarda değil. Yani her iki ulus da çözülmemiş fakat vazgeçmeleri mümkün olmayan siyasi menfaatlerine rağmen görece bir iyi ilişkiler süreci yaşıyor.
Benzeri bir durumu şu an Avrupa ve özellikle Almanya ile yaşıyoruz. Her iki ülkenin kamuoyu, tartışmayı sadece kendi perspektiflerinden takip ettiği için ödün verilmesi halinde kendi ilke ve menfaatlerinden vazgeçilmesi anlamına gelecek bir noktada olduklarını düşünüyor. Türkiye açısından, AB’nin verdiği sözleri yerine getirmemesi, PKK ve FETÖ’ye verilen destek Almanya’yı Türk dış politikasının sorunlu bir ülkesi haline getiriyor. Almanya açısından ise demokratik hakların ihlal edildiği, Alman vatandaşlarının haksız yere gözaltına alındığı bir Türkiye söz konusu. Gittikçe otoriterleşen bir ülkeyle yapılacak her türlü işbirliğinin bu yanlış uygulamalara destek olacağı yönünde hakim bir hissiyat var.
Ayrışmalar tahrik edildiği müddetçe, gittikçe daha da gerilimli hale gelmeye müsait bir durum. Ancak tüm sorunlara rağmen ilişkilerin normalleşmesi gerektiği artık her iki ülkenin hükümetleri tarafından dile getiriliyor. Son olarak Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Adebahr’ın Almanya’nın Türk hükümetiyle ilişkileri devam ettirmeye ve ilişkilerdeki gerilimi azaltmaya hazır olduğu yönündeki açıklaması, normalleşme için hızlı ve somut adımlar atılması yönündeki bir engelin daha ortadan kalktığını gösterdi. Sadece iki ülke ilişkilerini değil Almanya’da yaşayan 3 milyon Türk’ü de menfi olarak etkileyen gerilimin acil olarak giderilmesi gerekiyor. Bu konu siyasi polemik ve hamasetin dışına çıkarılmalı. Siyasi polemik ve hamaset suçlaması sadece Türkiye kamuoyuna yönelik bir eleştiri olarak ta anlaşılmamalı.
Ekonomi, siyaset, kültür ve bilim alanında yıllar hatta yüzyıllar içinde oluşmuş kanallar mevcut. En azından bu kanallarının yeniden yoğun olarak devreye sokulması atılacak ilk adım olabilir. İlk adımların atılmasını sadece hükümetlerden beklememek gerekir. İki ülke arasınaki ilişkilerde bu zamana kadar rol alan siyaset dışı aktörler de üzerine düşeni yapmalı. Hatta ilişiklerin bir daha bu denli sorunlu bir noktaya gelmemesi için güçlü bir sivil ağ kurulmalı. Her iki ülke için en iyi opsiyon iki devlet arasındaki ilişki ve etkileşimin sağlıklı bir şekilde yürümesidir.
Atılacak adımlar için gerilimin rantını yiyen kötü niyetli kişilerin ikna olmasını beklememek gerekir. Zaten hamaset için rant alanı, yalnızca gerilim olunca ortaya çıkar. Sağduyulu ve bilinçli adımlar atılınca, dinleyenleri etkilemek ve heyecanlandırmak için kullanılan abartılı söylemler de etkisin kaybeder.