Türkiye’nin dünya genelindeki konumu hakkında iki farklı araştırma yayınlandı geçen hafta. Biri büyüklüğü öteki kapasitesi hakkındaydı. Birincisinden başlayalım. IMF tahminlerine göre Türkiye ekonomik büyüklük olarak dünyanın 17’nci ülkesi. Dolar dalgalanması sonrası bu yılın sonunda 19’uncu sıraya düşecek. Dünyadaki 195 ülke olduğundan hareket edersek kötü bir rakam değil. Dolar dalgalanmasının ekonomik ve siyasi nedenleri zaten ayrıntılı olarak tartışıldı, tartışılıyor.
İkinci araştırma ise Dünya Ekonomik Forumu (WEF) tarafından yayınlandı. Dünyadaki 140 ülkenin rekabet kabiliyeti adı altında aslında kalitesi ölçüldü. The Global Competitiveness Report isimli raporda ekonomiden altyapıya, insan kaynaklarından eğitim kalitesine, sağlıktan, hukuğa ve yenilikçi teknolojilere kadar 98 kalemden oluşan kriterlerle ülkeler değerlendirildi. Türkiye bu sıralamada 61’inci sırada. Türkiye için tartışamasız kötü bir derece ve her bir kritere ayrı ayrı bakıldığında bazı alanlarda facia sayılacak sonuçlar var.
Gerçek potansiyelinin çok altında bir kalite notu alan Türkiye’nin köklü sorunlarını çözme konusunda ne kadar yetersiz çaba sarfettiğini bu rapor aracılığı ile bir kez daha gözlemleyebiliyoruz. Örneğin hukukun bağımsızlığı (111’inci sıra), basın özgürlüğü (129’uncu sıra) ve mülkiyetin korunması (94’üncü sıra) kriterlerinde az gelişmiş ülkelerin arasında yer almamız bu alanlarda gerçekten çok kötü olmamamızdan değil yeterli potansiyel ve alt yapıya sahip olduğumuz halde, ilgili alanlarda ufak dokunuşlar olarak özetlenebilecek düzenleme ve açılımları yapmamamızdan kaynaklanıyor. Bunun nedeni de zannedildiği gibi sadece siyasi değil.
***
Kollektif aymazlık ve umursamazlığımızı gösteren bir diğer kriter ise vatandaşların ortalama dijital becerileri konusunda dünya genelinde 118’inci sırada olmamız. Yani dijital imkanları iş, eğitim, sağlık, vs. gibi alanlarda hayatta uygulama kabiliyetine sahip insan kaynağı konusunda dünyanın az gelişmiş hatta çok az gelişmiş ülkelerinden birisiyiz. Ancak internet kullanımı konusunda dünyanın 4’üncü ülkesiyiz. İnternetle bu denli vakit geçirip, dijital beceriler konusunda bu denli gerilerde olmamımız bir tek açıklaması var. İnternet başında bilinçsiz ve şuursuzca vakit öldürüyoruz.
İnsan kalitesinin irdelendiği genel eğitim kalitesi sınırlamasında dünyada 77’nci sıradayız. Kötü bir derece ancak ayrıntılarına bakıldığında çok daha kötü yerlerde olduğumuz bölümler var. Eğitimli (yeterli eğitimli) personel sıralamasında 107’nci sıradayız. Meslek eğitim kalitesi sıralamasında 132’nci sırada. Bu bölüm içindeki en dramatik sonuç da eğitimde eleştirel düşüncede 133’üncü sırada olmamız. ‘Bu değerlendirme son derece kötü bir sonuç, abartmışlar! O kadar da değildir!’ diyesi geliyor insanın. Ama şu kesin. Ülke sorunlarında öncelikli konuları doğru tespit edip tartışabilme kabiliyeti araştırılsaydı bu sıralamada da eleştirel düşüncede elde ettiğimiz sonuçtan daha iyi sonuç elde edemezdik.
Bir ülkenin refahı, demokrasi kalitesi hakkında, Türkiye’de bütün siyasi grupların üç aşağı beş yukarı hemfikir olduğu genel kriterler yok. Ancak bu kriterler düşündüğümüz gibi göreceli değil objektif kriterler. Türkiye gündeminin önceliklerinin ne olabileceği konusunda en azından fikir vermesi, farkında dahi olmadığımız alanlara dikkat çekmesi açısından The Global Competitiveness Report’a bir göz atmak işe yarayabilir.
Ülkenin ciddi sorunlarına eleştirel ve nesnel yaklaşarak, zihinsel konforumuzu bozacak her şeyden bilinçli ya da bilinçsiz kaçınıyoruz. Aslında toplum içindeki ayrışmayı tetikleyen, uzlaşmaz tarafların konumlarını kendi adına pekiştirmekten başka işe yaramayan tartışmalara da canı gönülden atlıyoruz. Danıştay’ın andımız hakkında verdiği karar zihinsel çatışmaya hazır beyinlerimize ilaç gibi geldi. Siyasi, sosyal, kültürel ve pedagojik anlamını kaybetmiş bir metin ve uygulama anlamsız ve mantıksız bir şekilde yeniden tartışılmaya başlandı. Yerel seçimlerin yaklaştığı bu günlerde, zaten herhangi bir konuda nesnel ve ilkesel bir tartışmayı beklemek de hayalcilik olurdu.