Bir ülkedeki çarpık siyasi gelişmelerin her zaman rasyonal bir temele dayanması gerekmiyor. Her şeyin yolunda gittiği dönemlerde bile akıl mantık ve izanla bağdaşmayacak bir düşünce kendisine zemin bulabiliyor. İzahı siyaset bilimi ve sosyolojinin sınırlarını zorlayan böylesi bir gelişme Almanya’da yaşanıyor. Pek çok ülke ulaşmak istediği refah düzeyini Almanya’ya göre tanımlıyor. Almanya’nın hayranlık uyandıran sosyal, ekonomik, kültürel alt ve üst yapısı bir çok ülke için, ulaşılması arzulanan refah düzeyinin standardını oluşturuyor.
Ülkenin ekonomik verileri, nüfus yoğunluğu göz alındığında dünyanın en iyi rakamlarına sahip. Kişi başına düşen milli gelir düzeyi (48 bin 200 dolar) dünya siyasetinde ağırlığı olan ülkeler sıralamasında ABD’den sonra ikinci sırada. Sosyal adalet baz alınırsa birinci olduğu da düşünülebilir. Güçlü ekonomik altyapı, ciddi hic bir iç ve dış siyasi problemi olmaması, yenilikçi teknolojiler konusunda öncü ülkelerden birisi olması, Almanya’nın yakın ve orta vade gelecekte de sahip olduğu refahı koruyacağını gösteriyor.
Bu imrenilecek tabloya rağmen ülkenin felaketin eşliğinde olduğu, siyasetin bu sorunları çözmekten aciz olduğunu söyleyen aşırı sağcı AfD (Almanya İçin Alternatif) kuruluşundan kısa bir süre sonra, yüzde 12.6 gib bir oyla (Şimdilerde yüzde 17’lere kadar çıktı) siyasetinin, oy oranı olmasa bile etkinlik olarak en önemli partilerinden birisi haline gelebiliyor. Kimsenin yakalayamadığı, ancak her an büyük bir felakete neden olabileceği düşünülen kötü bir ruh Almanya’nın üzerinde dönüp dolaşıyor ve AfD bu kötü ruhla mücadele edebillecek yegane parti olarak kendisini pazarlayıp taraftar bulabiliyor. Rasyonal düşüncenin merkezi sayılacak bir ülkede hiç bir reel veriye dayanmayan iddia ve söylemler milyonlarca insan için cazip hale gelebiliyor. Akılcı, gerçekçi, eğitimli toplum olarak örnek gösterilen Alman toplumu bu denli akıl almaz düşünsel ve zihinsel zaafiyete düşebiliyor.
İşin paradoks tarafı AfD’yi seçenlerin zannedildiği gib işsiz güçsüz, eğitimsiz takımı değil. (Bu tür seçmen zate aşır sağ marjinal partilere oy veriyor) Kaldıkı işsizlik de yüzde 5 oranıyla toplumsal bir sorun olmanın çok uzağında. AfD’ye oy verenler Almanya’ın orta sınıfı sayılabilecek, bir topluluk. Elbette AfD fenomenini izah girişimleri var. Teknolojide ve siyasette öngörülemez değişimlerin yarattığı endişeler, ülkedeki yabancıların ve özellike Müslümanların medya tarafından açık gizli kültürel bir tehdit gösterilmesi bu gerekçelerden bazıları.
Ancak bu gerekçeler, bir anda siyasetin önemli bir aktörü olan AfD’nin devasa büyüme ve gelişmesini açıklamaya yetmiyor. Öte yandan tüm pozitif verilere rağmen, söz konusu felaket hissiyatı, diğer partilerin seçmenlerininde de, AfD kadar yoğun olmazsa bile mevcut. İnsan Türkiye gibi sorunlar yaşasa Alman siyasetinin ne hal alacağını düşünmeden edemiyor.
Almanlara özel kimlik sorununun, aşırı sağ düşünceleri arttırmaya uygun bir zemin yarattığını söyleyenler de var. Ancak böylesi bir kimlik sorunu yaşamayan diğer Avrupa ülkelerinde de aşırı sağ düşüncelerde artış var. İtalya ve Avusturya’da aşırı sağ iktidar ortağı. Son olarak İsveç’de yönetime geldiler. Aşırı sağın ciddi bir siyasi aktör olmadığı, ya da iktidarların bu siyasi kökenden gelmemekle birlikte, söz konusu görüşleri direk ya da endirekt etkilemediği bir Avrupa ülkesi yok.
Aşırı sağ düşüncesi dönemsel sayılabilecek dalgalanmalar ya da marjinal denilebilecek grupların konusu olmaktan çıktı. Yapısal bir konumlanmaya doğru gidiyor. Almanya aslında aşırı sağın ekonomik, sosyal ve malum tarihi sebeblerle, zemin bulmaması gereken bir ülke. Buna rağmen aşırı sağın yükselmesi engellenemiyor. Ne ekonomik ve sosyal refah, ne de makul argümanlar toplum içindeki bu virüsün gelişmesini engelleyemiyor.
Belki bu zamana kadar Avrupayı tanımladığımız parametreler değişti. Belki Avrupalıların bile farkında olmadığı ya da ihmal ettiği toplumsal dinamikler var. Belki de batı medeniyeti bu tenli arızaları, yapısı itibariyle içinde barındırıyor. Her şey olabilir. Ancak durum akıl ve mantıkla izah edilebilirlikten çok uzakta.