Türkiye’nin yoğun siyasi gündemi, ülkenin temel meselelerini tartışmaya hiç bir zaman imkan vermedi. Gündemimiz sürekli varlık sorunu olarak düşündüğümüz siyasi konularla meşgul. Son Suriye gelişmelerinden geriye doğru gidildiğinde yıllara hatta aylara bölünmüş dönemlerde ne tür varoluşsal sorunlarla baş ettiğimiz kolaylıkla hatırlanacaktır. Bu konularla meşgul olurken, sorunların zihnimizde yarattığı etkileri geçiştirecek duygu yüklü ancak sığ bir söylemin ötesine geçemiyoruz. Gündeme geldiğinde, temel sorunlar da kalıcı çözümlere imkan vermeyen bir telaşla, yavan bir şekilde konuşularak, bir sonraki verimsiz tartışmada yeniden gündeme gelmek üzere rafa kaldırılıyor. Son yaşadığımız eğitim tartışması bu konuda iyi bir örnek.
Kendi siyasi sorunlarımızla meşgul olduğumuz için dünyayı da bu pencereden görmeye çalışıyor ve yaşanan süreçleri ıskalıyoruz. Bu ihmalimiz de ilave siyasi sıkıntılar getiriyor. Yüzyıllardır yaşanan bir kısır döngü. Tarihin karşımıza çıkardığı dijital meydan okuma da aynı kısır döngünün içine sıkışma tehlikesi yaşıyor. Dünyadaki dijital dönüşümün son tüketiciye yansıyan ürünlerini belki de en çok kullanan ülkelerden biriyiz. Ama dijitalleşmenin mantığını içselleştirme konusunda başarılı uluslardan birisi olduğumuz söylenemez. Dünyadaki teknolojik gelişmelerle olan ilişkimiz hep aynı düzeyde (tüketici) olarak seyrettiği için bundan da fazla endişe duymuyoruz. Oysa dijital dönüşüm içimizde maddi imkanı olanların temin edebileceği bir kaç son model ürün ve hizmet değil hayatın tüm alanlarını yapısal olarak değiştirecek bir devrim anlamına geliyor.
***
Dünyayı müreffeh olan olmayan, kuzey güney ayrımıyla kavradık bu zamana kadar. Ama bu ayrım hızla anlamını kaybediyor. Hatta kaybetti demek daha doğru olur. Dijital dönüşümü sağlayan ve sağlamayanlar şeklinde yapılacak bir ayrım daha mantıklı bir ayrım olacak. Dijital devrim geleceğe dönük bir hayal değil yaşamı kökünden değiştirecek bir dönüşüm. Buharlı makinaların, trenlerin, uçakların vs. keşfinin sebeb olduğu değişim gibi bir dönüşümün eşiğinde hatta içindeyiz.
***
Türkiye bu dönüşümün edilgen bir aktörü olmamalı. Kim ne derse desin ülkenin teknolojik ve ekonomik potansiyeli dijital devrimin aktörlerinden birisi olmamıza müsait. Yakın tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar, dünyayı dönüştürecek bir sürecin aktörü olabilme şansına sahibiz. Ne kadar tekrar edilse az: Dijital dünüşüm teknolojik bir gelişme değil. Teknolojik gelişmeler bu dönüşümün sadece sonucu. Söz konusu olan zihinsel bir dönüşüm. Yani yaşamda karşımıza çıkan tüm reel olguların (istisnasız tüm reel olguların) dijital verilere dönüştürülüp bu verilerden daha yoğun, daha kapsamlı, daha verimli, daha inovatif, daha faydalı sonuçlar çıkarma kabiliyeti. Elde edilen devasa verilerin yapay zeka ile işlenmesi.
***
Alışık olduğumuz siyasi söylemle konuyu izah etmeye çalışırsak, dijital dönüşümü tarihde eşi benzeri görülmemiş bir istila gibi görmek gerekiyor. Bu istilaya konvensiyonel yöntemlerle karşı koymak mümkün değil. Çünkü istila yöntemi konvensiyonel değil. Hatta bu istila karşı konulabilecek bir istila bile değil. Dijital dönüşümün ya aktörü olursunuz, ya da malzemesi.
***
Siyaset, medya, üniversiteler, sivil toplum örgütleri vs. analog bir geçmişin ortaya çıkardığı kurumlar oldukları için dijital dönüşümü yeterince kavrayamıyor. Bu sorun sadece Türkiye için geçerli değil. Belki de bu yapay zekanın insanlar gibi (henüz) duygusal refleksler gösterememesinden kaynaklanıyor. Büyüklüğü, hızı boyutları, tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar kapsamlı bir dönüşüm yine tarihde hiç olmadığı kadar hızla hayatımızı kavrıyor. Nerdeyse yaşam enerjimizi tüketen siyasi gündem dolayısıyla bu tarihi dönemeci ıskalama tehlikesi ile karşı karşıyayız. Şairin ünlü mısrası akla geliyor: Ol mahiler ki (balıklar) derya içredir deryayı bilmezler.