Muhafazakar iktidarın, ilkeleri tartışmaya açık olmayan bir dindarlık anlayışı ile tesis etmeye çalıştığı dindar toplum hayali sınırlarına ulaştı. Çünkü imam hatip liselerinin, ilahiyat fakültelerinin, cemaatlerin ve hocaların toplumda oluşan dini kanaatler üzerindeki otoritesi artık eskisi gibi güçlü değil. Elbette kapalı devre cemaat ve kurumlarda bu otorite hala devam ediyor. Ancak toplumun genelinde bu otorite artık eski gücünü kaybetti.
Dini söylem kent yaşamıyla hiçbir zaman barışık olmadı. Din yüzyıllardır kullandığı vaaz dilini değiştirmek ihtiyacını bu zamana kadar hissetmedi. Din adına konuşanlar, muhataplarının, sorgulanması mevzu bahis olmayan mesajlarını kabul etmekten başka alternatifleri olmadığı sanrısına kapıldılar. Oysa kent yaşamında iletişim vaaz ve talimatla değil, karşılıklı saygı ve geçerli argüman ilkesiyle çalışıyor.
Bu yanılgının en önemli nedenlerinden birisi de Türkiye’de kentleşmesinin en yoğun şekilde yaşandığı son 25 yılda iktidarda muhafazakar bir partinin olmasıydı. İktidar kent yaşamına uygunluğu bu zamana kadar test edilmemiş taşra dindarlığı ve ahlakını, toplumun ortak kabulü sayarak dikte ettirmeye çalıştı ve hala çalışıyor. Oysa taşra dindarlığı yüzlerce yıl önce yapılmış içtihatlara, fıkhi hükümlere ve dini anlatılara dayanıyor.
İçtihat kapısı kapandı şeklinde hiç sorgulanmadan kabul edilen bir hüküm Müslümanları eski zamanlar ve toplumlar için verilmiş fetvalara mahkum ediyor. Dini kanaat önderleri bu hükümlere karşı toplumda yüzyıllar içinde oluşmuş saygıyı arkalarına alarak, kapattıkları bu kapının ardında kendi otoritelerini tesis ediyor. En azından bu zamana kadar bu yöntem kullanıldı.
Ancak açmaz şu ki toplumsal ilişkileri düzenleyen bu dini hükümlerin kent yaşamında neredeyse bir karşılığı yok. Bu kurallar etrafında oluşan kutsiyet kalkanı da gün geçtikçe daha incelip yok oluyor ve hızla marjinalleşiyor. Kamusal alanda din gittikçe daha da görünürlük kazansa da, dindarlık o derece anlamını kaybediyor. Bir nevi müsebbibi muhafazakarlar olan ‘’kayıt dışı bir sekülerleşme’’ yaşanıyor.
İslami anlatıların kutsiyetlerini kaybettiklerini yönelik en somut örneği geçtiğimiz günlerde gündem olan Diamond Tema tartışmasında yaşadık. İslam hakkındaki merkezi bir tartışma (Hz. Ayşe’nin evlilik yaşı) dini kurumların hiçbir dahli ol(a)madan, konuyla alakası olmayan bir Youtube kanalında yapıldı.
Gelenekte kabul edilmesi söz konusu olmayacak bir üslupla gerçekleştirilen bu tartışma milyonlarca insanın konu hakkındaki kanaatlerini oluşturdu. Konu burada ne Diamond Tema ne de söz konusu Youtube kanalı. Konu, merkezi öneme sahip dini bir konunun, konunun geleneksel muhataplarının hiçbir müdahalesi olamadan insanlara aktırılması. Tema hakkında yakalama kararı çıkarılması ise, geleneğin yaşadığı çaresizlik üzerine tüy dikmekten başka hiçbir anlam taşımıyor.
Bu saatten sonra Türkiye dindarlığının kendi iç dinamikleri ile bir ‘’güncelleme’’ yapması mümkün gözükmüyor. Zamanında gerekli hamleyi yapmayan dindarlık, karşı konulması mümkün olmayan seküler bir tazyik altında. En son Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2018 yılında Dünya Kadınları Günü’nde yaptığı çağrıyı kısaca hatırlayalım “Son günlerde bakıyorsunuz din adamı olarak ortaya çıkıp da ne yazık ki kadınla ilgili çok farklı açıklamalarda bulunup, dinimizde kesinlikle yeri olmayan bazı kendine göre içtihatta bulunan kişiler çıkıyor ortaya. Anlamak mümkün değil. Bunlar ya bu asırda yaşamıyorlar çok farklı bir zamanda yaşıyorlar. Çünkü İslam’ın güncellenmesinin gerektiğini bilmeyecek kadar da aciz bunlar. İslam’ın hükümlerinin güncellenmesi vardır. Siz İslam’ı 14-15 asır öncesi hükümleriyle bugün uygulayamazsınız. Böyle bir şey yok. Onun içinde bugün İslam’ın uygulanması yer, zaman koşullar her şeyiyle değişiyor. İslam’ın güzelliği burada zaten. Şimdi birçok hoca efendi beni tefe koyup çalacak o ayrı mesele…’’
Dindar kentliler de tesis edilmeye çalışan taşra İslam’ından memnun değil. Artık hükmü kalmayan eski öğretilerin günün birinde kendiliğinden ortadan kalkacağı şekilde iyimser bir gelecek tasavvurları var. Maruz kaldıkları seküler tacizi iktidar imkanları ile savuşturabilmenin yeterli olacağını düşünerek kafalarını kuma gömüyorlar.
En geç Sayın Erdoğan’ın yaptığı konuşmadan sonra dindarlara adına sağlıklı bir tartışma için fırsat doğmuştu. Erdoğan’ın muhtemel baskılar nedeniyle geri adım atması bir yana, ne ilahiyat fakültelerinden ne de cemaatlerden bu ateşi tutuşturacak bir irade sergilendi. Sahip oldukları konuma odaklanarak görevi başkalarına devrettiler.
Tabiat boşluk kabul etmiyor ve bu görevi şimdi Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar toplumsal bir kabul ve iradeye sahip sekülerlik yerine getiriyor. Aslında bunda şaşılacak bir şey de yok. Batı Avrupa’daki sekülerleşme de kaba hatları ile benzer bir seyir izlemişti. Kendisini muhafazakar olarak tanımlayan birisi olarak bunu çok da sağlıksız bulmadığımı belirtmek istiyorum.