Mülteci karşıtlığı yavaş yavaş gelişip büyüyen bir süreç. Önce yaşadığı topluma, o topluma doğumla ait olmaktan başka hiç bir artı değer sunamayan kaybedenler arasında ortaya çıkıyor. Kendi değersizlik ve faydasızlığını, ötekileri aşağılayarak hem kendisine hem de toplumun diğer kesimlerine unutturmak gibi sıradan bir patolojik vaka olarak başlıyor. Toplumun geniş kesimlerine yayılmadığı müddetçe farkına varılmıyor. Sorun da burada. Toplumun geniş kesimlerine yayıldığında ise patolojik bir vaka olduğu unutulup sosyal bir gerçekmiş gibi kabul ediliyor.
Türkiye’de Suriyeli mültecilerin gelmesiyle baş gösteren yabancı düşmanlığından söz ediyoruz. Sorunu ırkçılık olarak tanımlamak, Türkiye’nin homojen olduğu söylenemeyecek etnik yapısı dolayısıyla pek mümkün görünmüyor. Ancak ülkemizde Suriyeli mültecilere karşı hızla büyüyen karşıt söylemin, Almanya’daki ırkçıların argüman ve söylemleri ile tıpa tıp uyuşan yönleri ilk bakışta fark ediliyor. Elbette Türkiye’nin koşulları ile Almanya’nın koşulları farklı ancak göçmenler konusunda yaşanan tartışmalar, kullanılan üslup ve getirilen argümanlarda nerdeyse birebir diyeceğimiz bütüncül bir benzerlik söz konusu.
Başta Almanya olma üzere Avrupa ülkelerinde Müslüman göçmenlere yönelik tavırları ırkçılık olarak değerlendirip, göçmen politikaların eleştirirken, ülkemizde artık dindar tabana bile yansıyan Suriyeli mültecilerle alakalı istemezükçü yaklaşımı nasıl açıklayacağız? Herhangi bir siyasi düşünceyi, etnik grubu, bir meslek grubunu karşınıza aldığınızda ilgili grubun tepkileriyle karşılaşabilirsiniz. Ancak göçmenleri karşınıza aldığınızda size karşı gelecek hiç kimse yok. Hele bu popülizmi biraz zekice yaptığınızda, siyasi olarak ayrı yerlerde olduğunuz, neredeyse sizi düşman olarak tanımlayan kesimlerden dahi destek almanız mümkün olabilir. Hangi siyasi, kültürel, sosyal ve ekonomik gerekçelerle olursa olsun, ki gizli açık en bariz gerekçe siyasidir, göçmenler en rahat suistimal edilebilecek konu haline gelebiliyor. Yerel seçimlerin arifesinde olduğumuz bu günlerde, Suriyeliler konusunun yeniden yoğun gündeme gelmesi de bu anlamda bir tesadüf değil.
Medya ve kamuoyunda kendilerini savunma imkanı olmayan bir kitleyi çok rahat “düşman”, “rahatsızlık unsuru”, “kötülüklerin merkezi” olarak lanse edebilirsiniz. Bu lansmandan fayda elde edenleri de hiç bir güç engelleyemez. Avrupa’da yabancı düşmanlığı ve tabi İslam düşmanlığının gün geçtikçe artmasının altında yatan en önemli dinamiklerden birisi de bu. Kendini kamuoyunda savunma imkanı olmayan bir kitleyi, şuuraltında yatan siyasi bir intikam amacıyla dışlamanın ahlaksızlığına burada değinmek yersiz. İnsanın gözünü kör edebilecek siyasi bir ihtiras.
***
Göçmenlere karşı oluşan algıda belki yüzeysel gözlemlerin etkisi var ancak bireysel tecrübeler kamuoyunda oluşan kanaatlerin hesaba katılamayacak katar küçük bir kısmını oluşturuyor. Tekrarlamak gerekirse göçmenlerle ilgili hiç kimsenin bireysel negatif tecrübesi yok iddiasında değilim ama bizleri bu kadar da olmaz dedirten şeylerin çoğu ya (sosyal) medyada okuduğumuz haberler ya da yakın çevremizden duyduğumuz rivayetlerden oluşuyor.
Bir Suriyeli hata yaptığı zaman ki bu (sosyal) medyada hemen hızla yayılıyor, otomatikman Suriyelilerin tümünün ne büyük zarar veren bir toplum olduğunu düşünüyoruz. Bireysel bir konuyu etnik kimlikle aktardığınızda bu kaçınılmaz. Örneğin Taksim meydanında Suriye bayrağı açan 20-30 Suriyeli gencin bu eylemi, kamuoyunda adeta Türkiye’deki 3.5 milyon Suriyelinin Türkiye’ye bayrak açması gibi lanse edildi. Almanya’da yürüyüş, toplantı, miting hatta düğünlerde bile Türk bayrağı açan, araçlarına görünür şekilde Türkiye bayrağı koyan kişiler arasında bile, Taksim’deki olayı Türkiye’ye yapılmış eylem olarak görenler var.
Suriyelilerin farklı sosyal statüleri, farklı beklentileri, farklı imkanları olan heterojen bir topluluk olabileceklerini gözden kaçırıyoruz. Çoğunun ağır koşullarda ve düşük ücretlerle çalışmak zorunda olduğu, savaştan kaçıp dilini bilmedikleri bir ülkede, ailelerin geçindirmek için her türlü fedakarlığı yaptığını nedense sıkça unutuyoruz. Çoğunluğu hiç de konforlu olmayacak koşullarda yaşam mücadelesi verirken, o insanlara hiç olmazsa manevi destek vermek gerekirken, bir kaç kötü örneği genele mal etmek gibi bir vicdansızlığı yaparak çoğu kez farkında olmadan mazlumlar için yaşamı daha da çekilmez hale getiriyoruz.
Türkiye’nin tarihi, coğrafi, siyasi ve kültürel olarak genlerinde yer etmiş bir göçmenlik tecrübesi var. Türkiye’nin nüfusu, sayısı Suriyelilerden kat kat fazla olan göçmen kökenli insanlardan oluşuyor. Bugün ikinci, üçüncü hatta dördüncü jenerasyon olarak varlıklarını sürdüren göçmen kökenli insanların ataları da benzeri dışlama ve önyargılarla mücadele etmişti. Ama şükür ki toplum bir iki jenerasyon sonra göçmenleri benimseyip toplumun ana unsuru olarak bünyesinde sindiriyor. Bu aslında tarihin ve coğrafyanın bize sunduğu çok kıymetli bir özellik. Bu özelliğimizi Avrupa’dan ithal bir popülizmle tarumar etmek, kendimize yapabileceğimiz en büyük kötülük.