Denis Papin, 18. yüzyılın başlarında Fransa’da Protestanlara yönelik baskıdan kaçarak Almanya’ya yerleşen bir Fransız matematikçi. 1707 yılında Almanya’dan Londra’ya deniz yolculuğu yapmak için, ilk buharlı makinayla işleyen gemiyi yapıyor. Resmi daireler yolcu güvenliği gerekçesi ile bu buluşa sıcak bakmıyor. Fransadan, Almanya’ya yerleşen Huguenotlardan birisi olan Papin’e Alman filozof ve kaşif Gottfried Wilhelm Leibniz de destek veriyor. Ancak bu destek bile Papin’in keşfinin resmi makamlar nezdinden kabul görmesine yetmiyor.
Ancak indirici darbe diğer gemicilerden geliyor. Böylesi bir buluşun gemicilik sektörünü baştan aşağı yıkacağı endişesisi taşıyan gemiciler Papin’in gemisine karşı yoğun muhalefet başlatıyor. Ve Papin’in gemisi, diğer gemiciler tarafından daha ilk yolculuğunu yapamadan parçalanarak yok ediliyor. Bu tarihi buluş bundan ancak 70 yıl sonra başka kişiler tarafından İngiltere’de insanlığın hizmetine giriyor. Almanya belki İngilizlerden 70 yıl önce yakaladığı sanayi devriminde öncülük fırsatını bu trajik hikaye ile kaybetmiş oluyor.
Papin örneğinde abartılı ve trajik yansımalarını gördüğümüz dönüşüme karşı direniş davranışı, aslında bugüne kadar yaşanan dönüşüm-direniş paradigmasını özetleyen bir örnek. İngiltere her ne kadar buharlı makinaları kullanmakla bir sanayi devriminin öncüsü olduysa da, buharlı makinaların sanayide kullanılır hale gelmesiyle, herkes tarafından kullanılması arasında Papin örneğinde gördüğümüz gibi 70 yıllık mesafe var.
***
Buharlı makinalardan elektrikli makinalara geçişte de aynı süreç yaşandı. Elektrikli makinaların buharlı makinaları kesin olarak ikame etmesi, elektrik enerjisinin sanayide kullanılması için gerekli alt yapının üç aşağı beş yukarı hazır olduğu 1870-80’li yıllardan tam 40 yıl sonra 1920’lerde mümkün olacaktı. Söz konusu 40 yıl, buharlı makinalara elektrik sistemlerinin kıyısından köşesinden dahil edilmesi ile geçti. Oysa elektrikli makinaların buhar makinalarını ikame edeceğini herkes biliyordu.
Benzeri durum 1940 ve 50’lerde bilgisayar teknolojisinin gelişmesiyle bilgisayarların üretimin tüm aşamalarında kullanılmasının 1980’ler hatta 1990’lara değin sürmesinde de gözlemleniyor. Buharlı Makinalar, elektrik ve bilgisayardan sonra, içinde bulunduğumuz iddia edilen dördüncü sanayi devrimine tam anlamıyla geçtiğimizi söylemek güç. Bilgisayar sonrası ve dijital çağ öncesi bir yerde, bizi bekleyen baş döndürücü devasa dönüşümlerin arafesindeyiz aslında. Diğer üç sanayi devriminde yaşanan çekinceler ve gecikmeler dijital dönüşümde de yaşanıyor. Dönüşüm-direniş paradigması tüm şiddetiyle varlığını sürdürüyor.
Bütün alışkanlıklarımızı ve davranışlarımızı kökünden değiştirecek dijital dönüşümü ancak mevcut konforumuzu koruduğunu zannettiğimiz adım adım (gıdım gıdım) hamlelerle geçiştirmeye çalışıyoruz. On yıl sonra, bugün teknoloji temelli kullandığımız ürünlerin hiç birisi kullanılmayacak. Büyük veri tabanları kullanılarak yapay zeka aracılığı ile çözümler üretecek bir teknolojinin geleceği konusunda kimsenin şüphesi yokken, bir çok kurum sadece kapasitesi yüksek bilgisayarlar, daha yüksek kapasiteli iletişim araçları ya da sosyal medyayı daha etkin kullanan bir internet sunumu hazırlamış olmakla sorunu çözdüğünü zannediyor. Yani statüko kıyıdan köşeden eklemlemlenen gıdım gıdım yeniliklerle korunuyor. Oysa yeni dönenim dinamiği iyi kavranıp, eklemeler (yamalar) değil, radikal adımları atılmak zorunda.
***
Tüm dünyada gecikmeli ve sancılı seyreden çoğu kez büyük savaşların, toplumsal ve siyasi kırılmaların refakat ettiği dönüşüm süreçleri Türkiye’ye gecikmeyle geliyor. Hazır bulduğumuz dönüşüm sonuçlarını, genelde modası geçmiş ürün ve hizmetleri edinmek zorunda kalmak suretiyle kullanıyoruz. Ancak bizim kullandığımız teknolojiler elimize geldiğinde, bu teknolojileri üretenler başka yenilikleri kullanıyor ya da kovalıyor oluyor. Dönüşümü tartıştığımızı zannederken genelde dünyadaki dönüşüm paradigması da değişime uğramış oluyor. İlerici, yenilikçi değil faydacı bir vasatta dünya ile etkileşimimizi sürdürmeye çalışıyoruz.
Dünya ile etkileşimimiz tarih tekerrürden ibaret sözünü doğrular bir sığlıkta ceryan ediyor. Etkileşim en çok siyasi olarak ceryan ettiği için (Dünyadaki gelişmelerin siyasi sonuçları kaçınılmaz olarak bize ulaştığı için) süreçleri siyasi ve ideolojik bir çerçevenin dışında görme yeteceğimiz gelişmedi. Ne denli bir kısır döngü yaşadığımızı da en çok seçim dönemlerinde görüyoruz. Varoluş nedeni gibi sunulan argümanlar seçimler bitince, bazen de seçim propagandaları esnasında bile, unutulup gidiyor. Sahici gündemi tartışmamak için sürekli kendimize mazeret üretiyoruz.