AB’nin hem her bir üyesinin ulusal hem de birlik olarak bölgesel anlamda etkin bir güce sahip olması içindeki farklı menfaatlerin uzlaşması temeline dayanıyor. Bu geniş uzlaşmanın sağlanması da günün sonunda Almanya-Fransa arasındaki ilişkinin kalitesinden geçiyor. Ancak AB uzlaşmasının hareket merkezi olan bu iki ülke arasında an itibarıyla gerilim hakim.
Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron‘un Almanya’yı gittikçe Avrupa’dan daha fazla izole olmakla suçlaması çatışmanın artık açıkça yaşandığını gösteriyor. Bu açıklamanın ertesinde iki ülke arasında her yıl gerçekleştirilen kabine toplantılarının da gelecek yılın ocak ayına ertelenmesiyle, yaşanan gerilim resmi bir hüviyet kazandı.
İki ülke arasındaki gerilim AB’de gaz ithalatında tavan fiyat belirlenmesi konusunda başladı. Fransa ve onu destekleyen 15 AB ülkesi tavan fiyat uygulanmasını istiyor. Başlarında Almanya’nın bulunduğu Hollanda, Danimarka, Litvanya, Danimarka, Estonya, Bulgaristan ve Macaristan gibi ülkeler ise bu fikre karşı. Fransa-Almanya geriliminin ortaya çıkış nedeni gaz fiyatları olsa da bu gerilimin arkasında çok daha köklü ve esaslı başka nedenler var.
***
Macron’un 2017 yıllında Sorbonne Üniversites’inde yaptığı ünlü konuşmada dillendirdiği özetle ekonomik, askeri ve siyasi olarak güçlü Avrupa düşüncesi Almanya tarafından nezaketin ötesinde kabul görmedi. Bu nedenle aktüel gerilimin ilk adımlarının Sorbonne manifestosu ile atıldığı söylenebilir.
Fransa ekonomik olarak Avrupa’ya bağımlı ve askeri gücü de ancak AB’nin ortak savunma konsepti içinde anlamlı. Almanya’nın Ukrayna savaşına kadar pasifist sayılacak savunma stratejisi, savaşla birlikte Almanya’nın yıllık 100 milyar euroluk savunma bütçesi ayırmasıyla yeni bir boyut kazandı. Ancak Almanya bu bütçeyi AB ortaklığından daha çok ABD’yle iş birliği içinde kullanacak.
İki ülkenin toplumsal belleklerinde yer etmiş 1871 Fransa-Almanya Savaşı ve iki dünya savaşı hem bu savaşlar öncesinde ve esnasında hem de sonrasında, her iki ülke halklarını rencide eden sayısız siyasi/sembolik ve ekonomik yaptırımlarla dolu. Fransa ve Almanya bu tarihi travmaları aşarak AB gibi bir başarı öyküsü yaratmayı başardı. Ancak bu iki ülkenin yaşanan travmaları aşmayı başarmış olsalar da tamamen unuttuklarını söylemek güç.
***
Biz sanki homojen bir yapıya sahiplermiş gibi Avrupalılar deyip geçiyoruz ama Almanya ve Fransa’nın sosyo/kültürel anlamda hayata bakışları arasında büyük farklılıklar bulunuyor. Aileye yaklaşım, kadının rolü, kilisenin rolü, üniversiteler, federal yönetim sistemi ve ekonomik anlayışa kadar iki farklı kültür söz konusu. Bu farklılıklar adı konulmamış bir rekabet ve tartışmanın da konusu olabiliyor.
Bu iki farklı ekol arasında gerilim yaşandığında toplumsal hafızanın derinliklerindeki öfke ve rekabet anları da anında canlanabiliyor. Gerçi bu gerilim toplumsal boyuta henüz yansımadı ve iki ulus arasında da karşılıklı entelektüel iğnelemeler bir yana düşmanlık hissi yok. Ama gerilimin toplumsal boyutlara ulaşması halinde toplumsal hafızada yeteri kadar malzeme olduğu da bir gerçek.
Fransa Almanya arasındaki anlaşmazlıktan Londra, Moskova ve Pekin de memnunluk duyuyor. İki ülke ilişkilerinin büyük bir mutabakata ve güçlü bir Avrupa’ya evrilememesi aslında Washington’un memnun olduğu bir netice.
***
Faransa eski Devlet Başkanı François Mitterrand’ın danışmanlığını yapan Fransız entelektüel Jacques Attali gibi iki ülke arasındaki gerilimin devam etmesi halinde bunun bir savaşla sonuçlanabileceğini söyleyen aşırı yorumlar da var.
Ukrayna savaşının birçok şeyleri değiştirdiği ortada. Almanya-Fransa ilişkileri savaş sonrası Avrupa’nın gidişatında belirleyici olacak. Scholz ve Macron’un kafasındaki, nasıl bir Avrupa sorusunun cevabı, rekabetin seyrini belirleyecek. Bu rekabetin sonuçları da yalnızca iki ülkeyi ilgilendirmiyor.