Sorunun kendisine değil de çözümüne odaklanmak pek alışık olduğumuz bir yöntem değil. Ancak siyasetin başarılı olması çözüm üretme kabiliyetinden geçiyor. Almanya Büyükada krizinde, kendi adına başarısız sayılamayacak bir örnek sergiledi. Türkiye’nin kendisine güvendiği nadir siyasetçilerden Gerhard Schröder’i arabulucu olarak kullandı. Başbakanlık Müsteşarı Peter Altmaier da Büyükada sanıklarından Peter Steudtner’ın serbest bırakılması için girişimlerde bulundu. Almanya bir yandan diplomatik atak gerçekleştirirken, öbür yandan Avrupa’da etkin olduğu tüm yatırım ve teşvik bankalarında Türkiye’ye verilen kredilerin azaltılması için adımlar attı. AB içinde de Türkiye’ye yaptırım uygulanması görüşünün savunucusu oldu. Almanya elindeki imkanları sonuna kadar kullandı. Steudtner’in serbest kalmasında bu girişimlerin önemli bir roy oynadığı tahmin ediliyor. Almanya’da seçim öncesinde hemen bütün siyasetçilerin kullandığı Türkiye karşıtı söylem, hükümetin Türkiye’deki tutuklu Almanlar için pragmatik adımlar atmasına engel olmadı.
Gerçi Türkiye kamuoyu da Büyükada iddianamesini ikna edici bulmamıştı. Zanlıların tutuksuz yargılanması beklentisi de oluşmuştu. Ancak Almanya işi yine de sağlama aldı. Batıyla özellikle Almanya ile yaşadığımız krizin çözümü için aslında güzel bir örnek. Yani sorunun çözümü için eldeki imkanların kullanılması. Almanya ile yaşanan krizde suçlu tarafın Türkiye olduğu ön kabülü büyük bir yanılsama. Türkiye üslup ve yöntem konusunda belki suçlanabilir ancak içerik olarak başta FETÖ ve PKK ile ilgili savunduğu tezler olmak üzere haklı olduğu bir çok yön var. Atılması gereken adım, hamaset ve kızgınlık tuzağına düşmeden Avrupa kamuoyu ile tezlerimizin tartışıldığı bir kanal oluşturmak. Bu hiç bir şekilde tezlerimizden ya da duruşumuzdan feragat etmemiz anlamına gelmiyor. Bilakis sorunların açıklıkla konuşulması ve çözülmesi için bir zemin oluşturmaya zihinsel olarak hazır ve donanımlı olmak anlamına geliyor.
Gerhard Schröder’in yaptığı arabuluculuğun benzerini Türkiye adına yapabilecek bir çok siyasetçi var. Aday isimleri sıralayıp siyasi bir polemik açmak istemem. Ancak krizlerin çözülmesi için bu güzel örneğin bir çözüm opsiyonu olarak diplomatik hafızamızda yer alması faydalı olur. Belirsizlik ve krizden Avrupa’nın da fayda sağladığını iddia edemeyiz. Ancak süreçten daha zararlı çıkan maalesef Türkiye. Kimseye fayda sağlamadığı ortada olan bir gerilim politikasının sonlandırılması için somut adımların atılmasının zamanı geldi de geçiyor. AB ile ilişkilerde kendimizi mağdur olarak görme kolaycılığından sıyrılıp özgüvenli ve nesnel bir duruş sergilemenin vakti geldi. İletişim sadece siyaset üzerinde değil ekonomi, toplum ve kültür üzerinden de gerçekleştirilebilir. Türkiye’nin donanımı böyle bir karşılaşmayı kaldıracak güçte. Potansiyelimizi hamasete indirgeyerek aslında kendimize haksızlık yapıyoruz.
MÜLTECİ YARDIMI TARTIŞMALI
Spiegel dergisinin son sayısında Almanya’nın Türkiye’ye göçmenler için vaat edilen toplam 6 milyar euroluk yardımın AB bütçesinden karşılanmasını talep ettiği yazıldı. Yardımın ilk 3 milyar euroluk kısmı Almanya’nın büyük katkılarıyla garanti altına alındı. Bu anlaşma Almanya’nın inisiyatifi ile gerçekleşmişti. Almanya ikinci 3 milyar euronun tamamen AB bütçesinden karşılanmasını istiyor. Gerçi söz konusu yardım anlaşmayla garanti altına alınmış durumda. Almanya’nın yardımın öncülüğünden vazgeçmesi Türkiye’ye karşı uygulamak istediği ekonomik yaptırımın bir parçası olarak yorumlanıyor. Merkel son AB zirvesinde ikinci 3 milyar euronun da Türkiye’ye ödeneceğini söylemişti. İkinci 3 milyarın AB bütçesinde karşılanması talebi bu ödemenin geleceğini nasıl etkileyeceği henüz bilinmiyor. Yine potansiyel bir krizle karşı karşıyayız. Benzeri sorunlar ile önümüzdeki dönemde sık sık karşılacağız.