Türkiye, siyaset tarihinin belki de en önemli seçimlerine girerken beklenildiği gibi henüz yüksek bir gerilim yaşanmıyor. ‘‘Olağan şüphelilerin‘‘ dikkat çekme hamlelerinin yanında en azından bu zamana kadar Türkiye şartları için makul sayılabilecek bir süreç yaşıyoruz. Belki erken bir tespit olacak ama Türk Demokrasi’si bu seçimlerde, ağır aksak ta olsa başarıyla bir ergenlik sınavı verecek gibi gözüküyor.
İktidarın muhalefeti ihanet, vatan hainliği vs. gibi ithamlarla suçlaması yeni oy kazanmaktan çok mevcut kitleyi korumak adına yapılan hamasetten öte bir şey değil. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ‘‘darbe‘‘ polemiği ile el arttırdı ancak bunun da kendisinin arzuladığı siyasi faydayı doğurmayacağı aşikar.
Soylu’nun ‘‘ 15 Temmuz onların fiili darbe girişimiydi. 14 Mayıs da siyasi bir darbe girişimidir“ sözleri siyasette oksimoron ifadeler koleksiyonu için güzel bir örnek olmaktan öteye hiç bir anlam taşımıyor. Türk halkı 15 Temmuz’da gerçekten teşebbüs edilen bir askeri darbeye karşı canıyla karşı koydu. Yani seçimle gelen bir iktidarı askeri güçle devirmek isteyenlere karşı tarihinde ilk kez direndi ve kazandı.
***
Halkın canı pahasına koruduğu demokrasinin en temel unsuru olan seçimleri bir darbe girişimi olarak nitelemek ilgili siyasetçinin artık halka güveni kalmadığını gösterir. Batılı ülkelerin Türkiye’deki seçimlere hiç etki etmek istemeyeceğini düşünmek belki safdillik olur ancak bununla mücadelenin yolu seçimleri darbe girişimi olarak nitelendirmek değil, Türkiye’yi etkilemeye çalışan bu güçlerin çabalarını deşifre etmek ve halka anlatmaktır.
Batı demokrasilerinde rakiplerin birbirlerini hainlikle suçlaması, aşırı sağ partilerin güçlenmesine kadar, terk edilmiş bir alışkanlıktı. Soğuk savaş döneminde özellikle 1950 ve 60’larda sağ partiler sol partileri komünizmi getirmek istemekle suçlar ya da imalarda bulunurdu. Bu iddiaların sosyal, kültürel ve ekonomik temellerinin olmadığı yapılan suçlamaların artık bir işe yaramadığı ise 1970’lerde anlaşılmaya başlandı ve bu üslup terk edildi.
Türkiye ise tam tersine siyasi cinnet denilebilecek dönemlerini 1970’lerde yaşadı. Bir iç savaşa denk kaos ortamı, siyasi söylemin sertleşmesine neden oldu ya da siyasi söylemin sertleşmesi kaosa neden oldu. O yıllarda bu söylemlerin maalesef toplumsal karşılığı vardı. Yani siyasetin dili sertti ve bunun siyasal söylemin vasatı olmasından kimse rahatsız olmuyordu. Siyasi çaresizlik arttıkça üslup sertleşiyor ancak sert üslup ta daha fazla kaostan başka hiçbir işe yaramıyordu.
***
Ama Türkiye’de o yıllardan bu zamana kadar çok şey değişti. TÜİK 2021 verilerine göre Türkiye nüfusunun yüzde 93,2’si il ve ilçe merkezlerinde yaşıyor. 1970’lerde bu oran yüzde 50’nin altındaydı. Yani Türkiye köylü bir toplumdu. Köylü toplumu ikna etmek için kullanılan argümanlarda hala ısrarcı olmanın bir işe yaramayacağını herkesin kavraması gerekiyor. Türkiye’nin kanaat önderleri ki bundan sadece iktidar kanadını kastetmiyorum her zaman bu dönüşümü kavramada geç kaldı.
Seçimde son iki haftaya girildiği bu dönemde, karar verici konumdaki kararsızları, Türkiye’nin yıllardır tükettiği sığ siyasi polemikler ikna etmeyecek. Kentli kararsızlar istikrarı, güveni ve refahı gördüğü alternatifi tercih edecek, vesayet vadedenleri değil.