Önceleri Türkiye’nin batı kamuoyundaki algısının haksız ve yanlış olduğunu düşünür ve kızardık. Şimdilerde ise batı ne düşünürse düşünsün biz işimize bakarız noktasına geldik. En azından son ekonomik dalgalanmaya kadar, böyle bir hissiyatın varlığından söz etmek mümkün. Ancak hakkımızdaki önyargıların sadece folklorik etkileri yok. Ciddi ekonomik ve siyasi sonuçlar da doğuruyor. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 16 Ağustos Perşembe günü dünya genelinde, 6 bin kişinin takip ettiği telekonferansına bir göz atalım. Çok önemli bir iletişim başarısı. Türkiye’nin kendisini dış dünyaya ifade etmeye mecbur olduğu bir anda, dünya ekonomisinin karar verici aktörlerinden oluşan 6 bini kişi kendisini dinledi. Muhtemelen bu konferans Türkiye hakkında artan tansiyonun düşmesine de büyük katkı sağladı.
Eminim ekonomik olarak bizimle benzeri mücadelede veren Arjantin, Brezilya ve Güney Afrika gibi ülkeler de bu iletişim başarına imrenmiştir. Aslında bu Türkiye’nin sahip olduğu önemli bir ayrıcalığı bizlere hatırlattı. Türkiye’nin attığı her adım dünya tarafından ilgi ile takip ediliyor. Bu ilgi iyimser olarak bakıldığında eşsiz bir imkan. Dünya kamuoyu ve özellikle batı kamuoyu ile var olan hastalıklı iletişim ve etkileşimin kökten değişmesi için de bu büyük bir şans. Batı kamuoyunun Türkiye hakkında eleştirel, hatta düşmanca tavır sergilemesine takılıp kalmadan çözümler üretmek gerekiyor.
Türkiye hakında Avrupa medyasıda çıkan sayısız haber ve yorum, olumsuz içeriklerinden dolayı çoğu kez medyamızda yer bulmuyor. Objektif bir gözle bakıldığında, nesnel olarak bir çok hatayla dolu olan bu haberler, konunun muhatapları tarafından eleştirilmeyince kamuoyunda algı olarak kalıyor. Türk medyasının, bu haberleri görmezden gelme yerine, en azından bazılarının nesnel içeriğini sorgulamak gibi bir tavır sergilemesi daha faydalı olurdu. Bu, günün sonunda zararlarını bizim çektiğimiz bir kısır döngü. Almanya son kur dalgalanmasında gerçi Türkiye’nin yanında yer aldı. Ancak Alman medyası bu dalgalanmayı adeta fiili bir kriz yaşanıyormuş gibi, en olumsuz yönleri ile verdi.
Türkiye geldiği siyasal ve ekonomik noktada, batı kamuoyunu görmezden gelme gibi bir lüksü yok. Sorunlar kriz boyutuna gelmeden, batı kamuoyunu etkileyebilecek mekanizmalar geliştirmek için kafa yormanın vakti geldi. Bunu da tabii sadece devlet eliyle yapmanın hiçbir inandırcılığı olmaz. Devlet eliyle yapılan girişimler resmi propaganda olarak algılanacağı için etki gücü sınırlı kalacaktır. Profesyonel bir iletişim stratejisi sadece resmi kurumlar için değil, sivil toplum örgütleri, uluslararası iş yapan şirketler, üniversiteler ve medya için de artık kaçınılmaz bir hal aldı.
Bu iletişim atağını sağlama yönünde ayağımıza takılan en büyük engel ise hamaset sektörü. Hamaset sektörünün en büyük sakıncası, temel motivasyonu elde ettikleri ayrıcalıklı konumu korumak olan aktörlerle iyi niyetle çözüm üretmeye çalışanların birbirine karışması. Uluslarası sorunlarda yapıcı çözüm ve yaklaşıma sahip olan insanlar, hamaset ortamında çok rahat bir şekilde, işbirlikçi, hain vs. gibi suçlamalarla susturulabiliyor. Yıkıcı hamasetle ne yurt içinde ne yurt dışında sağduyulu bir kamuoyu oluşturmak mümkün. Hamasetin en iyi beslenme alanı uluslararası ilişkiler. İlgili ülke hakkında derinlemesine birikim ve analiz kabiliyeti gerektiren bir alan, bir kaç komplo teorisi ve sığ sloganla, galibinin her halükarda bizim olacağımız bir savaş meydanına dönüşüyor. Sınırlarını hamaset sektörünün belirlediği hiç bir girişim artı değer sağlamıyor.
Büyük ülke olmanın şartlarından birisi, sorunlu dönemlerde de büyük ülke gibi tavır sergileyebilmekten geçer. Katar örneğinde olduğu gibi, ihtiyaç duyulduğunda bir fayda elde etmenin ön koşulu, zamanında gerekli altyapı çalışmasını yapmış olmaktan geçiyor. Bu zamana kadar ihmal ettiğimiz batı kamuoyunu yönelik iletişim altyapısını artık kurma zorunluluğu ortada. Bu kez ekonomik bir saldırıya maruz kaldık. Yarın siyasi ve kültürel bir atakla karşı karşıya kalacağız. Ne bunu görmek için bir analiz dahisi olmak gerekiyor ne de tedbirler almak için.