Türkiye’de yaşanan dönüşüm şüphesiz dünyanın diğer ülkelerinde de yaşanıyor. Dünyada hızla değişen siyasi ve ekonomik koşullar, olan biteni standart bir şablonla anlamamızı imkansız hale getirdi. Oysa Türkiye hem tarihi nedenler hem de jeostratejik konumu itibarıyla dünyanın herhangi bir bölgesinde olup biten olaylardan direkt ya da endirekt etkileniyor. Bu etkileşimi doğru tanımlayabilmek için dünyayı iyi anlamak artık bir zorunluluk. Dijital dönüşümle birlikte zaman ve mekan kavramlarının nerdeyse anlamını yitirdiği bir dönemde, dünyada olup bitenleri daha niteliki ve derinlikli olarak kavrama imkanımız var.
Dünya ile olan etkileşim sadece sınır komşularımızla alakalı bir durum da değil. Ama İran, Nahçıvan (Azerbaycan) Ermenistan, Suriye, Irak, Yunanistan Bulgaristan’da yaşanan her türlü siyasi ve ekonomik dalgalanmanın etkilerini hemen Türkiye’de görüyoruz. Çoğu eskiden Osmanlı coğrafyasına ait olan bu ülkelerle tarihte olan ilişkimizin seyrinde de bu bölgelerdeki dinamikleri yeteri kadar kavrayıp kavrayamamız belirleyici rol oynadı. Aynı durum tüm Balkan ülkeleri için geçerli.
Venezuela tartışmalarının bir iç politika meselesi haline gelmesinden bağımsız olarak Latin Amerika’da olup bitenler Türkiye’yi ekilemiyor mu? Elbette etkiliyor. Aynı ekonomik ligde yer aldığımız Brezilya, Arjantin ve Meksika’nın sergilediği ekonomik ve siyasi performanslar bizim de içinde bulunduğumuz ligin seyrini belirliyor. Dünya ekonomisinin bu ülkeler hakkındaki tasarrufları bize de enflasyon faiz vs. olarak yansıyor.
Rusya, ABD, Almanya ve diğer AB ülkelerini ekstra zikretmeye gerek yok. Hindistan, Güney Kore, Çin ve Japonya gibi ülkeler de bu ülkelerle olan ekonomik ilişkilerimizin ötesinde, yarattıkları global etkiler nedeniyle Türkiye’ye direkt etki yapıyor. Pakistan, Afganistan Endonezya Malezya hatta Singapur (Listeye bölgedeki tüm ülkeler dahil edilebilir) Türkiye ile şu ya da bu şekilde alakası olan ülkeler. Ortadoğu’daki en ufak bir dalgalanmanın bize ne denli etki ettiğini zaten her gün gözlemliyoruz. Keza Afrika.
***
Dünyanın hangi bölgesinin Türkiye için ne denli önem arzettiği bu yazının sınırlarlarını aşar ve yazının da konusu değil. Konumuz, bu denli etkileşim içinde bulunduğumuz dünya hakkında kamuoyunun sahip olduğu bilgilerin ne denli yeterli ve derinlikli olduğu. Ne Türkiye eski Türkiye, ne de dünya. Sözü edilen bölgelerde Türkiye’nin diplomatik temsilcilerinin bulunmasının ötesinde eğitim gören belki de onbinlerce üniversite öğrencisi ve mezunu var. Keza bu ülkede faaliyet gösteren birlikler, inisiyatifler ve yardım kuruluşları ile onbinlerce Türk yatırımcı bulunuyor.
Bu devasa potansiyel ve etkileşim Türkiye kamuoyuna ancak sınırlı olarak aktarılabiliyor Oysa bu etkileşim, Türkiye’nin herhangi bir iç konusu gibi gündemimizde sürekli yer alması gereken önemli bir faktör. Fakat dünya ile bu denli yoğun etkileşim içinde bulunmamıza rağmen, bu tecrübeleri yeteri kadar bilgiye dönüştürmüş değiliz. Siyasi krizler ortaya çıktığında çoğu dünya haber ajanslarından gelen malumat kırıntıları ile ilgili ülkeyi anlamaya çalışıyoruz. Söz konusu etkileşimi en yoğun şekilde yaşadığımız ABD, Rusya ve Almanya konusunda da durum bundan farklı değil.
Araştırmak, irdelemek tespit etmek ve bunu yazılı hale getirmek milli kültürümüzün en güçlü yönlerinden biri değil maalesef. Dünyayı anlamak ve kavramak adına bu denli geniş insan ağına sahip olduğumuz bu dönemde Türkiye’nin dünya hakkında çok daha geniş kapsamlı bir veri tabanı oluşturması gerekirdi. Türkiye gib dünyanın diğer ülkelerinde de dini, etnik, siyasi dengeler var. Türkiye gibi tarihi kırılma noktaları, motivasyonlar ve hayal kırıklıkları var. Değerlendirdiği ve değerlendiremediği ekonomik potansiyeller, sürekli takılıp kaldığı aşamadığı toplumsal tartışmalar var. Türkiye gibi risk ve yan etkileri olabilecek önemli kararları vermek zorundalar.
Akademik bilgi, yoğunluğu ve çeşitliliği son yıllarda patlama yaşayan dış dünya ile ilişkilerimize henüz yeteri kadar refakat edemiyor. Verilerin dünyanın en önemli ham maddesi haline geldiği bir dönemde bilginin dünya ile olan etkileşime sağlayacağı katkının maalesef bilincinde değiliz. Oysa bilgi, askeri ve ekonomik araçlara kıyasla çok daha düşük bir bedelle elde edilebilir ve çok daha fazla işe yarayabilir.