Bilgi güçtür lafını yıllar önce ilk duyduğumda bende çarpıcı bir etki yapmıştı. Bilgi aracılığı ile güç elde etmek ya da güç elde etmek için bilgi sahibi olmak yaptığı ilk çağrışım itibarıya takdire şayan bir yöntem gibi gelmişti. Ancak zaman içinde bu ifadeye duyduğum hayranlık yoğunluğunu kaybetmeye başladı. Nihayetinde bir tarafta da‚ ‘ilim kendin bilmektir’ gibi toplum tarafından en azından söylem düzeyinde içselleştirilen önemli uyarı vardı. Hikmeti güçle ikame etmek isteyen bilgilenme türü pek de cazip sayılmazdı. Bu kanaate, bilgiye ulaşmak için katlanılması gereken zahmete karşı gösterdiğim şuur altı bir tepkinin mi yoksa sınırsız bilgi edinme ve kullanmaya, mensubu olduğum kültürün koyduğunu düşündüğüm şerhin mi neden olduğuna hâlâ emin değilim. Fakat şu kesin: Bilgi kendisine sahip olanlar tarafından artan bir şekilde güce devşirilmeye devam ediyor.
YASTAKİ İLK YARDIM EKİPLERİ
Konunun hafızamda yeniden canlanmasına Kudüs hakkında oluşan yoğun gündem sebep oldu. Karar’ın da içinde olduğu bir çok medya organında Kudüs hakkında yüzlerce yazı yazıldı. Peki eğer bilgi güçse, bu yazılar Kudüs mağduriyetini ortadan kaldırabilecek bir etki yapabilecek mi? Yazının gücüne inananlardanım. Ne ki toplumsal hassasiyeti kamçılamak ve dinç tutmak gibi önemli bir görevi, nesnel bilgilerle ile tamamlayabilsinler. Bir trajedinin yansımalarını okuyucularına aktarmak elbette gazetelerin en önemli işlerinden biri. Ama bir kaza sonrasında olay yerine gelen ilk yardım ekiplerinden olaya profesyonel şekilde müdahale edip, facianın hasarlarını mümkün mertebe gidermelerini bekleriz ah vah edip, ağlayıp sızlamalarını değil.
DİLLE DEĞİL KALPLE BUĞZEDİLİR
Beklenmedik toplumsal ve siyasi gelişmelerde de gazetelerin benzeri bir rolü olmalı. Sadece facianın toplumda yarattığı infiali arkalarına alarak duygu kasmaları değil, sorunun arka planını etraflıca anlatarak, çözümler konusundaki alternatifleri okuyucularına sunabilmeleri gerekir. İşte bir güç haline gelmesi muhtemel olan bilgi de bu bilgi: Doğru zamanda verilen/edinilen doğru bilgi. İslam alemi yine büyük bir meydan okumayla karşı karşıyayken nesnellik çağrısı yapmanın tepkisiz kalmakla eş değer görülebileceğinin farkındayım. Ancak Türkiye’nin ‘kötülüğü eliyle düzeltebilme’ imkanları bir hayli sınırlı. Sadece ‘diliyle’ müdahale imkanı var. Bir üçüncü ve pek de makbul olmayan imkan da malum ‘kalben buğzetmek.’ Sık yapılan yanlış anlama da burada. Buğzetmek suretiyle oluşan ruh halini dile getirdiğimizde dilimizle bir şeyler değiştirme şartını yerine getirmiş olmuyoruz. Sadece kalbimizde oluşan hissiyatı dile getirmiş oluyoruz ki bu da ’derecelendirmeye’ bile giremeyen bir durum.
AVRUPA'DA NE OLUYOR?
Almanya , aralık ayında siyasi anlamda tatil modunda. Noel kutlamaları, irili ufaklı dini günler ve tatillerle ülke‚ ‘dünya işlerinden’ sıyrılmış gibi. Aralık ataletine bir de hükümetin henüz kurulamamış olmasının verdiği siyasi durgunluk da eklendi. Medya gündemini noel alışverişleri ve kutlama ritüelleri meşgul ediyor. Siyasi olarak ancak yeni yılda atılacak adımların ön hazırlığı sayılabilecek bilgiler var. Hükümetin kurulamaması sorunu bir yana , en önemli konunun AB’nin geleceği olması dikkat çekiyor.
AB’NİN ALMANYA PARADOKSU
Fransa Devlet Başkanı Emmanuel Macron’un Sorbonne Üniversitesi’nde yaptığı tarihi konuşma ile gündeme gelen daha güçlü Avrupa projesi Almanya’da da önemli bir gelecek vizyonu olarak kabul gördü. Zaten Macron bu düşüncesini kamuoyunu açmadan önce konuşma metninin Merkel’e göndererek onay almıştı. ABD’nin ve Trump’un artık AB’ye eskisi gibi siyasi hamilik yapmayacağı yönünde attığı adımlar ve dijital dönüşümle gelen paradigma değişimi, AB’yi bölgesel güç olmaya adeta zorluyor. Güçlü bir AB ise ancak Almanya’nın öncülüğü ile mümkün. AB’nin yaşadığı paradoks. Almanya’nın gücünü etkisiz hale getirmek için düşünülen AB, şimdi varlığın sürdürmek için Almanya’nı atacağı adımlara bakıyor.
AVRUPA BİRLEŞİK DEVLETLERİ
Avrupa’nın gelecekte yaşayacağı siyasi ve ekonomik dönüşüm kaçınılmaz. Alman Sosyal Demokrat (SPD) Başkanı Martin Schulz da son yapılan parti kongresinde Avrupa’nın Almanya’nın yaşam sigortası olduğunu dile getirdi. Schulz’un hayali 2025 yılına kadar AB’yi Avrupa Birleşik Devletler’i haline getirmek. 2018 Avrupa’da zihniyet değişimi yılı olacak gibi görünüyor. Bu zannedildiği gibi Türkiye’nin dışlanması gibi bir sonucu doğurmaz. Bilakis önemininin daha fazla kavranıp, AB’nin ve Almanya’nın hayatın gerçekleri ile bağdaşmayan Türkiye paradigmasının değişmesine de yol açabilir. Türkiye ve Avrupa konusu 2018’de hiç olmadığı kadar yoğun konuşulan bir konu olacak.