Almanya’da yeni hükümetin kurulmasına ramak kala yaşanan siyasi sürprizler, konu “güç” olunca ilkelerin ve dostlukların pek de anlam ifade etmeyeceğini bir kez daha hatırlattı. Önce Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel, SPD Genel Başkanı Martin Schulz’un manevrası ile siyaset dışı kaldı. Olası bir hükümette Dışişleri Bakanı olarak devam edeceğini düşünen Sigmar Gabriel’in Schulz’dan yediği bu darbeye ne parti, ne de kamuoyu sesini çıkarmadı. Uzun yıllara dayanan siyasi dostluğa rağmen Sigmar Gabriel’i devre dışı bırakan Schulz da attığı bu adımın bedelini, kendisi de devre dışı kalarak ödedi. Daha önceleri kurulması muhtemel hükümette Angela Merkel önderliğindeki bir kabinede yer almayacağını açıklayan Schulz’un sonra dışişleri bakanı olacağını söylemesi, parti tabanında ve kamuoyunda yoğun tepkilere uğrayınca Schulz da dışişleri bakanı olarak görev almayacağını açıklamak zorunda kaldı.
Schulz ile Gabriel’in yaşadığı siyasi kavga siyasette müteşekkir olmak, vefa, güven gibi hasletlerin geçerli olmadığın gösteriyor. Kesin bir bilgiye dayanmamakla birlikte, Schulz’un Gabriel’e, SPD Genel Başkanlığı’na karşılık dışişleri bakanı olarak kalma garantisi verdiği sıkça dile getiriliyor. Bu ne derece kesin bir bilgi zaman içinde görülecek. Ancak daha seçim sürecinde iki lider birbirlerini zor durumda bırakan açıklamalarla aralarında yaşanan siyasi rekabeti kamuoyuna da yansımış durumda.
Gabriel seçim öncesinde, Schulz ise seçim esnasında partinin genel başkanıydı. Oyları hızla eriyen SPD’ye ikisi de çözüm olamadı. Daha önce yüzde 30’ların altına düşmeyen SPD son kamuoyu yoklamalarında seçimde elde ettiği yüzde 20’lik oy oranının da altına düşdü. Yüzde 18 olarak açıklanan son tahminler partideki erimenin hızla devam ettiğini gösteriyor. Parti tabanında yaşanan memnuniyetsizlik, yönetimin her iki siyasetçiyi devre dışı bırakması ile sonuçlanan süreci başlatmış olmalı. Alman tarihinin en ilginç siyasi kıyımlarından birisi olan bu olayın gerçekten nasıl ceryan ettiğine dair henüz kesin bilgiler bulunmuyor. Ancak SPD’nin Kuzey Ren Vestfalya teşkilatının Gabriel“in devre dışı bırakılıp Martin Schulz’un dışişleri bakanı olmasına yoğun bir tepki gösterdiği, bu tepkinin daha sonra diğer eyaletlere yayıldığı belirtiliyor. SPD’nin şu aşamada tabanının tepkisine kulak vermemek gibi bir lüksü bulunmuyor.
Koalisyon anlaşmasının SPD üyeleri tarafından onaylanması gerekiyor. Bu oylama 20 Şubat 2 Mart tarihleri arasında olacak. SPD’nin 463.723 üyesi bu oylamaya katılabilecek. SPD’ye yeni yılda 24 bin kişi daha üye oldu. Yeni üyelerinin daha çok büyük koalisyon karşıtı grupların teşviki ile üye olduğu tahmin ediliyor. Partinin gençlik kolları Genç Sosyalistler (Jusos) SPD’nin büyük koalisyon kurmasına karşı. Parti üyelerinin yapacağı oylamanın sonuçları 4-5 Mart tarihinde açıklanacak. Son yaşanan krizler ve çıkması muhtemel yeni krizler nedeniyle üyelerin koalisyona onay vermemesi gibi bir tehlike de bulunuyor.
Büyük koalisyona ilke olarak katılmak istemeyen SPD, üçlü koalisyon görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlanması üzerine bir nevi yeniden koalisyona katılmaya mecbur kalmıştı. Bu dönemi, artık kaçınılmaz hale gelen parti içi reformları ile geçirmeyi arzulayan SPD’nin hükümete katılması halinde, yine oy kaybı yaşama tehlikesi çok büyük. Marin Schulz’u Genel Başkanlıktan ayrılmasından sonra yerine gelmesine kesin gözüyle bakılan Andrea Nahles’in kötü gidişi toparlayıp toparlayamacağı ise ayrı bir merak konusu. Siyasi gelişmeler o kadar hızlı ve yoğun yaşandı ki, bu gelişmelerin gerçek nedenleri, yeni isimlerin neler yapabileceği gibi konular kamuoyu tarafından henüz tartışılamadı. Şu bir gerçek: SPD büyük koalisyonda yer alsa bile, parti içi kavgalarla mücadele etmeye devam etmek zorunda kalacak. Güçsüz bir SPD, güçsüz bir hükümet anlamına geliyor.