İktidara geldiği 2002’den bu yana girdiği her seçimi kazanan AK Parti, tarihinde hem ilk kez bir seçim iptal ettiriyor hem de bir seçime meşruiyeti tartışmalı bir gerekçe ile giriyor.
AK Partili kitlelerin bile prensipte savunması çok güç olan “iptal kararı” üzerine yapılacak bu seçim, partinin tarihinde söylem bazında en savunmasız halde mücadele vereceği bir seçim olacak.
Seçmenin böylesi sallantılı zeminde partisine geçmiş dönemlerde verdiği desteği ve gösterdiği coşkulu teveccühü sergilemesini beklemek fazla iyimserlik olur. Ancak unutulmamalıdır ki CHP’nin seçim başarısındaki en önemli etken, sergilediği başarılı muhalefet değil, AK Parti’nin yanlış uygulama ve söylemlerinden doğan memnuniyetsizlikti. AK Parti bu memnuniyetsizliği ön yargısız olarak tespit edip düzeltmeyi tercih etmek yerine -ki bu seçimler iptal edilmeden daha sağlıklı gerçekleşebilirdi- söylemlerini daha da sertleştirmeyi tercih etti. Oysa iktidar ve medya gücü kullanılarak yüksek dozajlı hamaset ve korkutma siyasetinin başarılı bir yöntem olmadığı daha yeni tecrübe edilmiş idi.
Sadece AK Parti ve seçmenleri açısından değil Türkiye’deki tüm muhafazakar kesimler adına 31 Mart ve yenilenen İstanbul seçimlerinin sonuçları uzun yıllarca tartışılacak.
Demokrasi ve hukukun üstünlüğünü değil Kemalist statükonun çıkarlarını öncelediği için blok oya hapsolan ve bunun sonucu olarak da yıllardır iktidara gelme şansı olmayan CHP’ye ahlaki üstünlük neredeyse altın tepside sunuldu. CHP, AK Parti’nin yer yer ukalalığa varan aşırı siyasi özgüveni nedeniyle toplumda oluşan güven sorununa karşı nerdeyse kılını bile kıpırdatmadan bir cevap oldu. Hiç bir yapısal yenilik ve özeleştiri emaresi göstermeyen CHP sadece İmamoğlu’nun normal koşullarda aforoz edilecek uzlaşmacı ve yumuşak söylemine ses çıkarmama performansı sergileyerek, siyasi bir başarı elde etti.
Tekrar altını çizmekte fayda var. Söz konusu olan CHP’nin söylem, eylem ve proje başarısı değil, bir iletişim dehası sayılabilecek İmamoğlu’nun kullandığı yapıcı ve kucaklayıcı üslubudur. CHP’ye, İstanbul Büyük Şehirin Belediye Başkanlığı kapılarını açan bu üslubun partinin genel tavrına sirayet edemeyeceği, konusundaki hissiyatımı “subjektif“ bir kanaat olarak kaydetmiş olayım.
CHP’nin AK Parti iktidarları döneminde, eski güçlü günlerine duyduğu özlemle statükoya sahip çıkması kabul edilebilir olmamakla birlikte anlaşılır bir şey. Ya kendisini bir özeleştiriye tabi tutup yenileyecek ya da her yeniliğe direnerek kendisinde vehmettiği devlet gücünü koruyacaktı. İkinci yolu tercih etti ve devletten aldığı eski gücünü AK Parti karşıtlığının ana merkezi olmakla ikame etti.
CHP iktidarı kaybettiği ve objektif olarak iktidara bir daha gelmesinin mümkün olmadığı için statükoyu kuruma yoluna gitti. Yukarıda da ifade ettiğim gibi kabul edilir olmamakla birlikte anlaşılır bir yöntemdi bu. Ancak CHP’nin maruz kaldığı hiç bir varlık sorunu ile karşı karşıya olmayan, bilakis statükoyu değiştirme cesareti ve dirayeti gösterdiği için başarı yakalayan AK Parti’nin hiç bir nesnel gerekçe yokken CHP gibi statükocu bir parti haline gelmesi anlaşılır bir şey değil.
Seçmenin nezaketle yaptığı uyarıyı teşekkür edip kabul etmek yerine, kerameti kendinden menkul gerekçelere yeni bir seçimi zorlamanın kimseye fayda sağlamayacağı ortada.
AK Parti için 31 Mart gecesinden itibaren, sayaç geriye doğru saymaya başladı. Bu negatif trendi durdurmak, seçmen tercihine saygı duymak gibi basit bir adımı atmaktan geçiyordu. AK Parti çözümü çok basit bir problemi içinden çıkılmaz bir varlık sorunu haline getirdi. Ve hala bunda anlamsız bir şekilde ısrar ediyor.