Yeni bir umut

Mevlana İdris

Yemen’ne ne oluyor? Açlıktan ölmek üzere olan yüzbinlerce çocuğun görüntüsüne bakma cesaretiniz varsa bunun cevabını içinizin derinliklerinde duyabilirsiniz.

Afganistan’da ne olmuştu, sonra ne oldu? Ya Irak’ta? Suriye’de olanlar? Akan bir kanı geriye doğru tâkip ettiğimizde vurulmuş bir müslümana ulaşıyoruz. Bazan vuran da müslüman ne yazık ki. Böyle bir vasatta Mehmet Görmez Hocamızın kurduğu İslam Düşünce Enstitüsü (İDE)’nün kuruluş bildirgesinden çok kısa birkaç paragrafa dikkatinizi çekmek istiyorum, belki henüz dünyada kalan birkaç zihne bir şey söyler diye. Belki geç, bilemiyorum ama yani bir umut daha işte.

“(…)Dikkat çekici olan şu ki; bu sorunların üstesinden gelebilmek için modern zamanlarda İslâm dünyasında sayısız eğitim kurumu ortaya çıkmış ve tarihte hiç olmadığı kadar yaygın bir şekilde “İslâmî ilimler”in tahsili artmıştır. Bu sahada sayıları yüzbinlerle ifade edilen “İslâmî ilimler” talebesi yetişmektedir. Bunun yanı sıra internetin yaygınlaşması ve dijital imkanların artmasıyla her türlü bilgiye ulaşmak artık çok daha kolay hale gelmiş, bilgi herkesin evine, hatta cebine kadar girmiştir. Ancak elimizin altındaki tüm bu müktesebat, maalesef, İslâm dünyasını içine girdiği bu derin girdaptan ve krizlerden kurtarmaya yetmemiştir. Bu imkan bolluğu ve bilgiye ulaşma kolaylığı, bir bilgi ve idrak kaosuna dönüşmüş ve beraberinde getirdiği daha derin sorunlarla İslâm düşünce sahalarında tam anlamıyla bir karmaşaya yol açmıştır.

İslâm dünyası böylesi derin bir krizle boğuşurken ülkemiz Türkiye de bundan nasibini almış, ne yazık ki ilmi ve kültürel anlamda bir çare ve teklif ortaya koyamamıştır. Son yıllarda yaşanan siyasi ve ekonomik açılımlarla İslâm dünyasına birçok açıdan umut olan ve bir ateş çemberinin ortasında yer almasına rağmen neredeyse tek esenlik ülkesi olarak görülen ülkemizde, maalesef ilim, düşünce ve kültür sahasında diğer atılımlara eş bir çıkış yapılamamıştır.

Ülkemizde son on beş yıl içinde ilahiyat fakültelerinin sayısı yüzü geçmiş, ilahiyat önlisans ve İlitam imkânlarıyla sayıları on binleri bulan genç, ”İslâmî ilimler”le tanışmış; oluşan özgürlük ortamında sivil dinî eğitim müesseseleri çoğalmış; ancak kemiyetteki bu artışa karşın İslâmî ufkun daha da daralmaya başladığı müşahede edilmiştir. Sağlanan tüm imkanlara rağmen, ülkemizde on beş asırlık bilgi ve medeniyet birikimiyle doğru ilişkiler kuran, Kitab’ın ayetleriyle kainatın ayetlerini aynı hakikatin dile gelişleri olarak anlamaya çalışan; ulum-ı diniyye ile fen ve sosyal bilimleri, ilahiyat ile hikmet ve felsefeyi birlikte veren bir eğitim anlayışının yerleşebildiğini maalesef söyleyemiyoruz. Tarihten yanlış bir şekilde tevarüs eden dini ilimler-dini olmayan ilimler tasnifi üniversitede varlığını sürdürmüş, ilahiyat eğitimi üniversitelerin diğer bölümleriyle entegre olamamış, üniversitelerimizde tabii ve sosyal bilimleri üreten bölümler, medeniyete vücut veren ilahiyat eğitimi ile bütünleşememiştir.

İslâm’ın doğuşunun üzerinden yıllar, yüzyıllar geçtikçe iki soru sürekli var olmuş ve bu iki soru üzerinde İslâm ümmeti sürekli ihtilaf etmiştir: Birincisi, vahyin nazil olduğu dönemlerden sonra yeni şartlar, yeni durumlar, yeni hadiseler karşısında ne yapılacağı sorusudur. İkinci soru ise İslâm’ın yaşanmış tarihini, geleneğini, kadim tarihlerde ortaya çıkmış içtihatlarını, verilmiş fetvalarını bugün nasıl değerlendireceğimiz ve devasa kütüphanelerimizi dolduran birbirinden değerli ilim ve düşünce kaynaklarımızı bugün nasıl okuyacağımızla ilgilidir. İşte bu iki soru etrafında tecdid, ihya, ıslah ve inşa çağrıları hep var olagelmiş, fakat bu iyi niyetli çağrıların her biri, zaman içerisinde başlı başına bir ihtilaf kaynağına dönüşmüştür. İslâm’ın kendisinin bu kavramlardan hiçbirisine ihtiyacı olmadığı açıktır.

İslâm, -haşa- eskimez ki yenileyelim, ölmez ki ihya edelim, bozulmaz ki ıslah edelim. Hayatımızı ve ahlâkımızı, dünyamızı ve ahiretimizi inşa etme yolunda bize rehberlik yapmaya gelen İslâm’ı nasıl yeniden inşa edebiliriz ki? Ancak fikir ve düşüncelerimizin tecdide, ilimlerimizin ihyaya, metotlarımızın ıslaha ve ahlâkımızın yeniden inşaya muhtaç olduğu, her türlü izahtan varestedir. Burada mühim olan istikametten ve İslâm’ın sabitelerinden şaşmamaktır. (…)

Bugün Şiî-Sünnî, Sufî-Selefî, zâhirî-batınî, gelenekçi-modernist, ehl-i Kur’ân-ehl-i hadis gibi bölünmeler yetmiyormuş gibi ehl-i sünnet içi tartışmalar başlatmak, ehl-i sünneti bir mezhep derekesine indirmek, bizi birleştirmeye gelen vahdet dinini tefrika üreten bir anlayışa dönüştürmek, usûlden ne kadar uzaklaştığımızı göstermektedir.

Kültürü din haline getiren neoselefilik ile dini/vahyi, kültürün ürünü olarak okuyan modernizm/tarihselcilik gibi usûl dışı arayışların ortaya çıkması ve icmayı, kıyası, maslahatı, istihsanı, sedd-i zerîayı, makâsıdı unutmamız, usûlümüzden koptuğumuzu göstermektedir.

İslâm medeniyetinin belli başlı hasletlerini bir bir çökertmeye yol açacak olan ve içinde derin sarsıntıları, hesaplaşmaları ve arayış sancılarını barındıran bu durumla zaman kaybetmeden yüzleşmek, kayıp ve ihmallerimizi telafi etmek, yaşadığımız evden mahalleye, köyden kente, ülkeden gönül coğrafyamıza ve topyekûn İslâm dünyasına kadar, ancak ‘hâl-i pür melal’ olarak değerlendirilebilecek bu keyfiyetin ciddi bir şekilde hesabını vermek ve yeni teklifler üretmek zorundayız.

Böyle bir ortamda alim, mütefekkir ve münevverlerimizin omuzlarındaki sorumluluk ağırlaşmaktadır. Bu sorumluluk, İslâm’ın insana, varlığa, hayata ve bunlara ilişkin bilgiye, tevhidi bir yaklaşımı ilke edinip dinî ve gayr-i dinî tasnifine girmeden, aklı ve vahyi karşı karşıya getirmeden, ilim, hikmet ve marifeti üretecek eğitim anlayış ve uygulamalarını yeniden keşfedip ortaya koymaktır. Aksi takdirde İslâm medeniyeti söylemleri, geçmişle avunmanın ve çağımızda yaşananlara karşı bir savunmanın ötesinde bir anlam ifade etmeyecektir.

Bu esbab-ı mucibeden hareketle bu önemli meseleleri dert ve dava edinerek Ankara merkezli uluslararası nitelikte bir İslâm Düşünce Enstitüsü’nün kurulmasına karar verilmiştir. İslâm Düşünce Enstitüsü, hem bir Araştırma Merkezi hem de lisansüstü seviyede eğitim ve seminer programları düzenleyen bir Akademi olarak çalışacaktır. Enstitü’nün öncelikli gayesi “İslâm Düşüncesinde Metodoloji”, “İslâmî İlimlerde Usûl ve Makâsıd” ile “Ahlâk” ve “Estetik” alanlarında araştırmalar yapmak/yaptırmak, yaptığı araştırmaları farklı dillerde İslâm dünyasındaki ilim merkezleriyle paylaşmaktır. (…)”

İslâm Düşünce Enstitüsü’nün kuruluş bildirgesi başta da belirttiğim gibi hayli uzun. Tamamını okumak isterseniz bağlantı adresi şu: http://ide.org.tr/wp-content/uploads/2018/11/Kurulus-Bildirgesi-2-Kas%C4%B1m.pdf

Bizi kelime-i tevhid birleştirmiyorsa her şey ayırır. İslâm Düşünce Enstitüsü’nün kuruluşu kutlu ve hayırlı, yolu ümmet için, insanlık için açık olsun.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (4)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.