Kim en aşağı çekerse belirleyici pilot seviye o oluyor sanki.
Kimi siyasal parti başkanlarının seçim konuşmalarına, meydanlardaki veya röportajlardaki ifadelerine bakınca, insan önce şaşırıyor, sonra düşünüyor, sonra da kendisini kendisine ‘bir iktidar hevesi için bu kadar alçalmaya değer mi’ diye sorular sorarken buluyor.
Ama nedir? Geçmişteki iktidar mücadeleleri galerisine bakınca iftiradan cinayete, kumpaslardan linçlere uzanan değişik ölçeklerdeki yamulma, şiddet ve yoketme stratejilerini görünce ‘olur böyle şeyler’ deyip geçiyor veya olduğu yerde kalıyor insan. Neyse, yarın bayram, deyip geçelim.
Ne inanılmaz insanlar var değil mi? Kişisel veya toplumsal ölçekte pervasızca haksızlık yapmaya teşne olan ve yapan, üstelik bunu binbir yolla savunan. Fakat ne oluyor? Şu ya da bu süre içinde en büyük hakikatlardan biri olan ölüm kötüye de geliyor. O da, o zamanın ve zeminin o iki metrelik meçhûlüne yuvarlanıyor. Sonrasını bilmiyoruz elbette ama bize söylenene bakılırsa ne fenâ bir akîbet. Aman neyse, ağzımızın tadını bozmayalım, yarın bayram.
Bir çiçek gibi yaşayan tertemiz insanlar da var.
Çiçek neye yarar? Düşünün bakalım neye yarar. Öyle bir insana rastladığımızda öylece kalıyoruz ya, düşünelim bakalım neden öyle kalıyoruz. Onlar hep azın azı mıydı, yoksa artık biz mi körleştik de çok az görebilmeye başladık? Neyse, yarın bayram.
Yarın sabah milyonlarca müslüman erken saatlerde her yerdeki câmilere akın edecek Bayram namazı için. Güneşten önce kalkacaklar ve akacaklar câmilere. Her yaştan, her fikirden milyonlar yürüyecek bayram için. Dünya, içindeki her türlü trajediye rağmen diyelim bir saatliğine güzelleşecek. Öyle mi olacak acaba?
Bayram namazının özel tekbirlerini anlatmak yerine ‘aynı geçen seneki gibi’ diye tarif eden Karadenizli imamı ne yapacağız? Öpüp başımıza koyacağız herhalde, neyse, yarın bayram.
En çok çocuklar hissedecek Bayramı elbette. Bunun için elimizden geleni esirgememeliyiz değil mi? Kendi çocukluk bayramlarımızdan bizde kalan iyi ve buruk anıları yeniden gözden geçirmek, çocuklara bayramda nasıl yaklaşacağımız hakkında bize kestirme fikirler verebilir. Neyse harçlıkları hazırlayalım, yarın bayram.
Osmanlı İstanbul’unda Ramazan’dan bir gün önce her eve ‘Yarın Bayram’ yazılı
bir kağıt bırakılırmış. Bektaşi kağıdı alıp yastığın altına bırakmış. Her sabah kağıda bakıp okurmuş: Yarın Ramazan…
Sonra arefe günü yeni kağıtlar dağıtılırmış ve onda da ‘Yarın Bayram’ yazarmış. Bu ikinci kağıdı alıp okuyan Bektaşi sakalını şöyle bir sıvazlayıp “acayip şey, şu mübarek Ramazan bize hiç uğramadı” demiş. Öyle ya da böyle, geçti işte Ramazan, geldi Bayram.
Nasreddin Hoca bir şey dememiş mi peki bu konuda? Demez olur mu?
Bir gün Nasreddin hocaya sormuşlar. Hocam Ramazan bitti gidiyor. Acaba bizden memnun kalmış mıdır?
Hoca:
Tabii ki kalmıştır. Yoksa her yıl on gün önce gelir miydi, demiş.
Ama hocam biz böyle hoş, bereketli, mübarek bir ayın gitmesinden büyük üzüntü duyuyoruz.
Hoca:
Üzüntünüzün de farkındayım.Yoksa gittikten sonra 3 gün bayram yapmazdınız, demiş. İyi mi demiş? Neyse, yarın bayram. Bunu da câmiden çıkıp ilk bayramlaştığımız kişinin yüzüne bakarken düşünelim.
Genel af
Bazen uyanırsın ve kendini boşunalığın yankılandığı bir boşlukta bulursun. Tüm ağırlıklarından kurtulmuş gibi hissedersin fakat buna huzur denemez zira hayat, damarlarından çekilip alınmıştır. Hallerden bir hal içerisindesindir. Ne yönelme ne ayrılma hali, olsa olsa araf hali. Nihayetinde cennete veya cehenneme varamadığın, baygınlıkla neticelenmiş zorlu bir sorgulamadan sonra içine uyandığın bir hal.
Yatağa girdiğinde üstüne abanıp nefesini kesen kırgınlıkların, kaygıların, korkuların, sancıların, beklentilerin ve heveslerin buharlaşmıştır sanki. Bardağı taşıran damlanın diğer damlalardan bir farkının olmadığını anlamışsındır. Anlamış olmanın da bir tadı yoktur sadece anlamışsındır işte. Fakat uzun sürmez çünkü evden çıktığın an dört yanı insanlarla çevrili bir adadasındır. Dalga dalga akan kalabalıklara dokunmadan yürümeye çalışırsın, nafile. İnsanın vefasızlığı, unutkanlığı, küçük hesapları, aptallıkları her şeyin geçici olduğu gerçeğinden daha sert vurur kıyılarına. Acı bir bakış, ekşi bir surat, beri yanda şen kahkahalar. Emir kipinde ilişkiler, amir kepinde büyüklenmeler, kişiliğini kaybetmiş zamirler, zarfı yitik yüklemler. İşitilen ve itaat edilen dengeler, unutulmaya terk edilmiş vaatler.
Akşamın geceye büküldüğü vakit eve kendini zor atarsın. Parmak uçlarında çocuk odasına girersin, düşlerle sarmalanmış çocuğun yüzündeki meleklerin tebessümünü seyre dalarsın ve dünyana çarpan tüm ademoğullarına genel af ilan edersin. Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın adıyla. Mültecî- Çeto dergisi 3. sayıdan