Çok yağmur yağan bir şehirde elli iki yaşında bir adam yaşıyordu.
Bu şehirde şemsiyesiz yaşamak nerdeyse imkansızdı. Ama şehirde
şemsiyesi olmayan tek insan bu adamdı.
*
Elli iki bahar görmüş olan bu adam, hayatın hiç de şikayet edilecek kadar kötü olmadığına inanırdı. Şehrin en çok ıslanan adamı oydu.
*
Yağmuru seviyordu.
Güneş bu şehirde çok az görünürdü.
*
Ve ne zaman güneş açsa, elli iki yaşındaki adam evinden çıkar ve
rastladığı insanlara bütün bildiklerini anlatırdı. Bütün bildikleri iki şeyden ibaretti. Rastladığı birisine bildiği bu iki şeyi hemen anlatmayabaşlıyor ve şöyle diyordu:
“Gazete okurken öksürüyorum ve bir de ormanın derinliklerinden
gelen bir geyik sesi duyuyorum.”
*
Elli iki yaşındaki adam bunları söyledikten sonra oradan ayrılıyor ve başka bir adama rastlayınca aynı şeyleri ona da anlatıyordu. Sonra, başka bir adama ve sonra daha başka bir adama anlatıyordu aynı
şeyleri.
*
Şehirde adamın anlattıklarını bilmeyen kimse kalmamıştı. Çünkü adam yıllardır her rastladığına “gazete okurken öksürüyorum ve bir de ormanın derinliklerinden gelen bir geyik sesi duyuyorum.” diyor, başka hiçbir şey konuşmuyordu.
*
Bir gün şehirdeki insanlar kızdılar ve: “Bu sözlerden bıktık. Sen
gazete okurken öksürüyorsan ve ormandan gelen bir geyik sesi
duyuyorsan biz ne yapalım?” dediler. Sonra da elli iki yaşındaki
adamın kolundan tutup şehrin dışına çıkardılar. Ve ona dediler ki: “Bir
daha buraya dönme, seni istemiyoruz.”
*
Elli iki yaşındaki adam hiçbir şey söylemeden ağır ağır yürümeye başladı ve az sonra da gittikçe küçülerek uzaklarda gözden kayboldu.
Şehrin insanları içleri rahatlamış olarak şehre döndüler.
*
Ama...
Ertesi gün şehirdeki herkes, ama herkes gazete okurken öksürmeye ve ormanın derinliklerinden gelen bir geyik sesi duymaya başladı.
Ve hepsi de caddelere, sokaklara çıkıp bunu birbirlerine anlatmaya
başladılar. Başka hiçbir şey konuşmuyorlardı.
Hepsi de şehirden
çıkardıkları o elli iki yaşındaki adam olmuşlardı.
Eşitlik
(…) Devletlerin verileri kamuya açmasının şart koşulması muhtemelen büyük şirketlerin gücünü dizginler ama bu da ucube dijital diktatörlüklere yol açabilir. Siyasetçilerin müzisyenleri andıran bir yanı vardır ve çaldıkları enstrüman insanların duygusal ve biyokimyasal sistemidir. Bir konuşma yapıp ülkeyi korkuya sürükleyebiliyorlar. Bir tweet atıyorlar ve öfke patlaması yaşanıyor. Bence bu müzisyenlerin eline daha karmaşık bir enstrüman vermemeliyiz. Siyasetçiler duygularımızın tellerini doğrudan titretebilir, diledikleri gibi endişe, neşe ve sıkıntı yaratabilir hâle gelirse siyaset sadece bir duygu sirkine döner. Büyük şirketlerin gücünden alabildiğine korkmamız gerek ama tarih bize “kadir-i mutlak” devletlerin kucağında da hâlimizin bir o kadar harap olduğunu gösteriyor. Mart 2018 itibarıyla hakkımdaki verileri Vladimir Putin’e vereceğime Mark Zuckerberg’e veririm (gerçi Cambridge Analytica skandalının gösterdiği üzere böyle bir seçenek yok çünkü Zuckerberg’e teslim edilen veriler dönüp dolaşıp Putin’in eline geçebiliyor). (…) Yuval Noah Harari-21. Yüzyıl İçin 21 Ders-Kollektif yay.
Gençlerin canı
Çok mu sıkılıyor gençlerin canı? Yoksa onlar için aşırı neşeli, sorumsuz, kaygısız tanımlarını da yapabilir miyiz?
Can sıkıntısının yaşı yok. Canınız varsa her yaşta sıkılmanız mümkün.
Geçtiğimiz günlerde Norveç’teki bir okul öğrencilere iki hafta sosyal medya yasağı getirdi. Önce duruma çok tepki gösteren öğrenciler daha sonra bu duruma alışıp ‘normalleştiler.’
Acaba bu uygulama yaygınlaştırılmaya çalışılsa ne kadar mesafe alınabilir?