Almanya Parlamentosu’nun mâlum tasarıyı oylayıp onayladığı gün Urfa’daydım.
Rabia Meydanı’na kurulan Kitap Fuarı’nda bir süre dostlarla hasbihal ettikten sonra çok sevdiğim Urfa sokaklarında dolaşmaya başladım.
Eşsiz taş işçiliği eserlerin üzerindeki ilgisizlik katmanları tuhaftı.
Şehrin hemen her yerinde Arapça tabelalarını asmış Suriye’li esnaflar görülüyor, şehrin zaten aşina olduğu arapça, her adım başında kulaklara çalınıyordu.
Türkçe, arapça, kürtçe cümleler arasında ilerlerken kimi batılı turistler de dolaşıyordu bu esenlik şehrinde.
Havanın epey sıcak olduğu bir gündü.
Kendimi Gümrük Han’a attım ve çayın ardından bir menengiş kahvesi söyleyip yudumlarken, yan masadaki iki Urfalı’nın konuşmalarına mecburen kulak misafiri oldum.
Şöyle bir diyalog cereyan ediyordu:
-Duydun mu Almanya’yı?
-Duymadım gene n’etmişler?
-Ermeni meselesini şeyapmışlar...
-Yapsınlar. Ciğer yiyek mi?
-Ciğer yenmez mi ağam. Yeriz tabii, ama sen bir şey demedin.
-Neye bir şey demedim?
-Almanya’nın yaptığına.
-Valla bunlar eskimiş b.klara su serpmeyi çok seviyorlar ama bundan bir hayır gelmez.
Daha başka şeyler de söylediler ve kalkıp meşhur bir ciğercinin adını söyleyerek Gümrük Hanı’nın çıkışına doğru yavaş yavaş ilerlediler.
Kahveyi bitirince ben de bir ciğerciye konuşlanmak için kalkıp handan dışarı çıktım.
Her yerden ciğer dumanları yükseliyor, isot görüntüleri ana sosyolojinin mihveri gibi ışıldıyordu tezgâhlarda.
Ve, Cumhurbaşkanımızdan, bazan ‘Boğaziçi’nin güçlü lideri’, bazan ‘Küçük Asya’nın despotu’, bazan da ‘Boğaz’ın muktediri’ diye dengesiz savrulmalar arasında gidip gelen Alman medyası ve bazı siyaset erbabı; işyerlerinde başörtünün yasaklanabileceğine dair yeni bir gündemle kendi bildiği sularda ilerlemeyi sürdürüyordu.
Urfa ise çok güzel bir şehirdi her zamanki gibi.
Urfa’sı olmayan devletlere acırım.
ANONS
Yerel, farklı ve tabii ürünleri seviyorsanız, mahiyeti biraz sulanmakla beraber Kasımpaşa’da kurulan İnebolu Pazarını sevebilirsiniz.
Pazar günü kurulan pazarda ekmek, süt ürünleri, meyve, sebze, pekmez çeşitleri, kesilmiş tavuk ve hatta çiçek bile bulunuyor. Esnafın çoğu İnebolu’dan geliyor.
Balık kavağa çıkmış zift turşusun yimeğe Leylek koduk toğurmış bak a şunun sözüni
Bâtın âlimleri, ilham yoluyla gönüllere inen marifetullaha, mecazî yoldan “balık” derler ki, o, âriflerin gönül fezasındaki tevhid denizindedir. Deniz dalgalandıkça balık dışarı vurup kendini esirgemeden sahildeki âriflere verir. O’nun lezzetiyle, can ve gönül ruhanî gıdalara erişir.
Meyvesiz, boylu ve güzel bir ağaç olan “Kavak”. Marifet dâvasında, kaba softalık ile baş mevkide olmaya düşkünlüktür. Kavak misali kimseler, büyüklerin ibadet ve ıstılahlarından bazı kelimeler ezberleyip, yanına gelen gözü bağlılara bu bilgiyi kendi hâlleri diye satarlar. Halbuki, asıl maksatları dünyayı elde etmektir.
“Zift turşusu” denilen ise, bu sahte marifet hâlinin lezzetsizliğidir. Marifet candan gelmediği için, ne dinleyenler, ne de kendine yabancı hâllerin nakledicisi bu sohbetten tad almaz.
Azizlerden biri, bu hâli şöyle anlatmıştır; “Çadırları aynı ama, içindeki mânalar başka...”
“Leylek koduk doğurmuş” sözü, büyüklerin hâllerini gizlemek için düşülmüş bir kayıt gibidir; çünkü balığın kavağa çıktığını, yani irfana dair sözlerin sahte sofiler ağzından döküldüğünü gördüklerinde, fazlasıyla etkilenip gayb kubbelerinin altında gizlenmek ister ve câhilane sözler söyleyip, hâllerini örterler. Kavak misali câhiller ise geveledikleri ârifane sözler ile kendilerini gösterirler. Şunun gibi ki; daima yüksekte duran leylek, halk iltifat edip de seferimden kalmayayım diye kendini beceriksiz gösterince, insanlar kavağın sözüne inanır; ve kınadıkları leyleği “bak a şunun sözüne” diyerek ayıplarlar.
Hazırlayan: Suat Ak- Niyazi Mısrî Şerhi-Çıktım Erik Dalına- Büyüyen Ay yayınları