Yakıt fiyatları ülkemizde hep yüksek oldu ama araba sayısı sürekli arttı.
O kadar çok araba var ki, şair sayısında olduğu gibi (hani ülkemizdeki her üç kişiden dördü şairmiş ya) belki her üç kişinin dört arabası var.
Ama yollar o kadar fazla değil. Bu yüzden araba sayısı sürekli artarken yolların aynı kalması modern insan için bir felakete dönüşüyor. Araba çoğalıp yol aynı kaldığında bir süre sonra yol yavaş yavaş arabalarla doluyor. Ve artık bir çok şehirde görüldüğü gibi yoğun trafikte yayanın hızı arabayı kesinlikle geçiyor. Ve bir şey değişmiyor, insanlar bu cehennemin içine dalmak için araba almaya devam ediyor.
Araba ve başka şeyler üreten binlerce fabrika olsa da Arazi, toprak ve yol üreten fabrika yok. Dünyanın her yerinde aynı başlangıçlar ve aynı sonuçlar yaşanıyor.
Uzatmayayım, Osman Gazi köprüsünün açılışı acayip bir şey, İstanbul-İzmir arası 3.5 saate iniyor. ( Trafik polisleri de bundan haberdardır umarım.) Köprü geçiş fiyatı biraz tuzlu gibi gözüküyor ama zaman ve konfor sebebiyle yolcuların buna katlanacağını düşünüyorum. Yine de köprü, otoyol gibi kamusal hizmetlerde ‘kazanç’ vurgusunun geri plana atılması gerektiğine inanıyorum. Maliyetler çıktıktan sonra bu hizmetlerin ucuzlamaması haksızlık. (Kaldı ki İlk Boğaz Köprüsü yapıldığında siyasî bir vaad olarak, köprü maliyetleri çıktıktan sonra köprü geçiş ücretlerinin tamamen kaldırılacağı hafızalara kazınmıştı.) Ve minik bir soru: Köprü geçiş ücretini niçin hep dolar üzerinden telaffuz ediyoruz, türk lirasının Osman Gazi köprüsü üzerinde konvertibilitesi yok mu yani?
Marmaray, 3. Köprü, duble yollar, otoyollar, hızlı tren derken Türkiye’nin iyice hızlandığı günlerden geçtiğimiz ortada. Cumhurbaşkanımız ve Başbakanımız Türkiye’nin lokomotifi olmuş, gidiyoruz. Osman Gazi Köprüsü’nden şimdilik atlarla geçemesek de hayırlı olsun.
Kültür paketi
Ankara’da Sayın Başbakanımızın ve Kültür Bakanımızın ev sahibi olduğu “kültür paketi” toplantısına icabet ettik. Birinci Meclis binasının hemen karşısında tarihî bir mekanda gerçekleşen toplantıda Millî Eğitim Bakanımız Nabi Avcı da vardı.
Başbakan Davutoğlu tıpkı İstanbul Dolmabahçe’de yaptığı konuşma gibi burada da geniş ufuklu bir konuşma yaptı. Televizyonların canlı olarak verdiği bu konuşmada benim dikkatimi çeken kimi başlıklar şöyle:
Kültürel hayatı canlandıracak yeni bir yasal altyapı geliyor.
Şehir yapılaşmaları başta olmak üzere, kültürel yaklaşımlar bir çok alanda önem kazanacak.
Sanatçının korunmasına dönük yeni adımlar atılacak.
Bireysel ve kurumsal kültür-sanat çalışmalarına yeni destekler verilecek.
Kültür-sanat alanına yapılan bağışlar %100 oranında vergiden mahsup edilecek.
Liste uzayıp gidiyor, yeni yapılanmaya dönük yeni toplantılar da yapılmaya devam edecek. Fakat beni en çok Başbakan’ın şu sözleri düşündürdü: “Keşke yasalarımız da şiir gibi yazılsa...” Bu samimi isteğe ben de içimden “keşke” dedim.
Onlarca davetli arasında Orhan Gencebay salondaki en ilgi çeken isimlerden biriydi. Söz alarak yaptığı konuşmada özellikle korsan yayıncılığa dikkat çekerek, müzik piyasasının çöküş içinde olduğunu belirtti ve yardım istedi.
Başbakan Davutoğlu kokteyli müteakip Osman Gazi köprüsü açılış töreni için ayrılırken, verilen yemeğin evsahipliğini Bakan Mahir Ünal yaptı.
Mönünün başlangıcı enginardı. Sonra sessizce dağıldık...
Anons
Bir süredir elektronik ortamda yayın yapan Müstakil Gazete dün yayınladığı son sayısıyla yayın hayatına veda etti. Ama belki de her şey şimdi başlıyor: Müstakil kitaplar yolda. Bu sevindirici yeni başlangıç hayırlı olsun.
Hepimiz muhtacız
İbn-i Arabî’nin “senden istenilen şeye, isteyenden daha muhtaçsın” sözünü tivitle nakletmem üzerine bir gazeteci arkadaş şöyle bir mesaj gönderdi:
“Geçen, durakta kulak misafiri oldum. Bir kadın sessizce, her hâlinden ihtiyacı olduğu açık bir öğrenciye para veriyor ama çocuk ‘ihtiyacım yok’ diyerek almak istemiyordu. Çocuğa dönerek “belki onun ihtiyacı vardır” demiştim. Çocuk uzun uzun yüzüme bakıp, ‘tamam o zaman’ dedi...”
Hepimiz muhtacız bir şeye. Bu ihtiyacı bazan alarak, bazan vererek karşılayabiliyoruz.