Türkiye geçilmez! Kaybedeceksiniz

Mevlana İdris

Olağanüstü günlerden geçiyoruz. Ülkemizin yakın tarihine bakarsak zaten hep bir ‘olağanüstü günlerden geçme ülkesi’ olduğumuz görülecektir.

Ama şimdi birkaç aydır güncel ve yaygın bir saldırı atmosferi, algısı ve gerçeği var.

Canlı bombalar Türkiye’nin sembolik yerlerinde kendini patlatıyor. Yüksek sayıda ölümlerle sonuçlanan bu eylemin ardından ulusal ve uluslararası düzeyde haberler, yorumlar, analizler yapılıyor.

Kimsenin artık gizleme gereği duymadığı niyet ve tutumlar da bazen direkt, bazen kurnazlıkla terörün yanında ustaca yerini alıyor. Üzülen, endişe duyan, terörü lanetleyenler yok mu? Başta resmî yetkililer olmak üzere onlar da var elbet. Ama özellikle de medyadaki yapısal zihniyetin bazı algı söylemleri el-insaf dedirtiyor.

Diğer taraftan akut durum sebebiyle derbi maç erteleniyor, caddeler tenhalaşıyor. Bazen fısıltı gazetesi, bazen bulvar gazeteleri değişik kötü senaryolar yayıyor.

Sözü uzatmaya gerek yok, bir gazete “Türkiye teslim” diye manşet atabiliyor.

Elbette bu bir tutum, belki bir temenni. Türkiye’nin teslim olmasını istiyorlar.

Geçilemeyen Çanakkale’den 101 yıl ve 1 gün sonra!

Toplumun algısını bütünüyle esir almak istiyorlar. Tedhiş, kaos ve korkudan başka argümanları, bomba yüklü araç ve insan patlatmaktan başka enstrümanları kalmadı.

Kaybedecekler.

Eylemleri ve söylemleri gayr-i insanî olduğu için iki defa kaybedecekler.

Baylar! Burası Türkiye.

Türkiye geçilmez!

Hemşehrilik derin mesele

Seksenli yılların ortasıydı. Hukukta talebeydim. Bir bayram arefesinde Maraş’a gitmek üzere o zamanlar Topkapı’dan kalkan otobüslerden birinden bir bilet bulmuştum. Otobüsün hareket etmesine 1 saat kala Kumkapı civarından bir taksiye atladım ve taksi şoförüne beni yetiştirmesini rica ettim. O zaman da hatırı sayılır bir trafik olduğu için ne yazık ki vaktinde yetişemedim ve gardan devam ederek otobüsü biraz da şans eseri (çünkü cep telefonu filan yok o zamanlar) Halıcılar civarında yakaladım. Otobüs bilet fiyatının iki katı kadar ücreti bayıldım tabii ama unutamadığım şey bu değil, şu:

Şoför bu uzun sayılabilecek şehir içi yolculuğunda bana o kaçınılmaz soruyu sordu: “Memleket nere?

Ben “Maraş” der demez cevabı yapıştırdı: “Ooo, hemşehriymişiz, ben de Karslıyım!”

Ben kaotik bir sessizliğin içine düştüm. Yıllar sonra gittiğim Kars’ta aynı şeyi tersinden yapmak istedim ama bir taksi bulamadım ve bir Karslıya “Ooo ben de Maraşlıyım, hemşehriymişiz” diyemedim.

Taksi

Viyana’da taksi şoförü olabilmek aşırı ciddî bir iş. Yıllar önce orada hem okuyan, hem de taksi şoförlüğü yapan bir genç arkadaştan dinlemiştim; Öncelikle şehir haritasının bütününe sokak sokak hâkim olmanız gerekiyor. Sonrasında müşteriyle ilişkiler, uymanız gereken kurallar filan uzayıp gidiyordu. Yani İstanbul’daki gibi ‘Ben Taksim’i bilmiyorum abi, bir hafta önce başladım’, yahut ‘Ben karşının taksisiyim’ gibi laubalilikler elbette yok. Hele taksicinin ‘mesafe seçme’ hadsizliği düşünülemez bile. Neyse, bu bir sorun yumağı ve henüz İstanbul’da çözümüne başlanmadı.

Viyana’ya dönelim...Akşam saatlerinde iki arkadaşımla bindiğimiz taksinin şoförü Afrika kökenli idi. Hoş beşten sonra biraz sohbet ettik ve Somalili olduğunu öğrendik. O da bizim İstanbul’dan geldiğimizi öğrenince birden değişti, sesi yumuşadı ve gülümseyen bir yüzle bize dönüp sondaki a harfini uzatarak şöyle dedi : “ Oo, arkadaaaş...” Sonra sarılıp ağlaşmadık tabii. Kendimizi iyi hissederek taksiden inerken, hafızamızda, soğuk akşam rüzgârının içinde o siyah/beyaz gülümseme kaldı.

Ya ben kuşsam!

...

Nedense Bekir değnek parçası, ya da baklavacı oklavasını tüfek gibi kaldırıp kendine nişan alanlardan ürker, ya da yalancıktan korkmuş gözükürdü. O zaman uzun kollarını havalanmaya çalışan kelkenes kanatları gibi ikizyana sallayarak kaçmaya koyulurdu.

Onu kolundan yakalayıp “Dur ulan niye korkarsın elindeki tüfek değil ki” diyenleri kuşkulu bakışlarla süzer “ya tüfekse, ya tüfekse” diye telaşla kekelerdi.

“Ulan tüfek olsa ne çıkar... Senin gibi delinin kanına girip te ne edecekler?” diye yatıştırmaya uğraşanlaraysa: “Ya ben kuşsam, ya ben kuşsam” deyip kaçışını sürdürürdü.

...

(Uzun Çarşının Uluları- Mitat Enç- Ötüken)

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.