Yüksek hızlı trenle sayısı onu bulmayan yolculuklarımdan birini daha yaptım. Yolculuk sayım az, çünkü ne zaman özellikle İstanbul-Ankara arası bir yolculuk yapmak istesem bilet bulmam mucize oluyor. Belki günler öncesinden bilet almak bir çözüm ama ben hayatımın hiç bir döneminde önceden plan yapıp gereğini icra eden bir biri olmadım; olacağım da yok, bunu artık biliyorum. Tam tersine bilet aldığım uçakları bile sık sık kaçıran biriyim maalesef.
Evet tren diyordum, şu yüksek hızlı olanından. Dün nasılsa bunların birinde yer bulabildim. Sabahın ilk treni ve sadece bir kişilik yer var. Öbür saatteki trenler gün boyu dolu. Bu sabah trenindeki koltuğu alabildik. Kredi kartı kullanmadığım için ben alamıyorum tabii, sağolsun bir arkadaş her defasında zahmet edip bu işi yapıyor.
Peki bu trenler her zaman bu kadar dolu ise neden sefer veya vagon sayıları çoğaltılmıyor diye sorulabilir ama ben sormayacağım, mutlaka mâkul bir sebebi vardır.
Yer bulabildiğim vagon özel vagon olduğu için fiyatı ve servisi farklıydı tabii. Sabahın köründe yola çıktığımız için bir süre sonra yol şartlarında harika denilebilecek bir kahvaltı verdiler. Vakit öğle ya da akşamsa yemek de veriliyor biliyorsunuz. Çayımızı da içtikten sonra –biliyorsunuz hani derler ya; önce açlık ve güvenlik giderilir, sonra kültüre sıra gelir- koltukların arkasında bulunan küçük ekranlardaki multimedya seçenekleri arasında dolaşmaya başladım. Fakat müzikte de, filmlerde de özensiz ve çok sınırlı sayıda seçenekle –belki de seçeneksizlikle- karşı karşıya kaldım. Maalesef vasat altı ve aşırı sınırlı sayıda cılız ürünler.
Bari sesli kitap seçeneğinden kitap dinleyeyim dedim ama orada da beş altı klasik resmin üçer beşer dakikalık hikâyesi dışında bir şey yoktu, yani artık hacmi gitgide genişleyen sesli kitap dünyasından bir tek örnek bile yer almıyordu. E-kitap seçeneği de bütünüyle içeriksizdi ve tek örnek bile yoktu.
Sanat müziği ve başka bazı seçenekler de öyle: İçeriksiz. Yani nitelikten vazgeçtik niteliksiz örnek bile yer almıyordu içerikte.
Tabii şaşırdık mı? Hayır. Alışmışız bir kere kültürel olanın yerlerde sürünmesine. Bilen bilir, nitelikli bir şey görünce şaşıranların ülkesi burası.
Şimdi araştırmaya kalksanız, bu hızlı trenlere yapılan yatırımların maddî karşılığı tonlarca lira tutar. Elbette çok pahalı bir yatırım, demiryolu da, araçlar da, bunların donanımı da.
Ama birader el insaf! En sonunda bu trenlere insan binecek ve va’dedilen konforun içinde kültürel hizmet de bulunuyor. Bu kada zor mu oraya birkaç iyi film, birkaç iyi müzik, birkaç iyi kitap yüklemek… Yani gerçekten akıl alır gibi değil ama böyle maalesef. Tren geçerken dışarıdan uzun uzun bakan dört ayaklı dostlar da trende şey var sanacak. Neyse. Eleştirince eleştiri oluyormuş, e birlikte oturalım o ekranın başına, savun bakalım bana neyi savunacaksan aşırı merak ettim.
Trenlerdeki yiyecek içecek kalite ve servisinde başarılı olup, kültürel alandaki özensizlik, çapaçulluk ve başarısızlığı ben izah edemiyorum vagonlara. Veganlara da edemem. Bu işin karar veremeyeni kimler?
Yüksek hızlı tren bir sembol elbette.
İstanbul’da bugünlerde Teknofest’in içinden geçiyoruz ve bu alanda da bir yığın harika işe imza attığımız görülüyor.
Ama iş kültür/sanat alanına geldiğinde bir tuhaflık, Cumhurbaşkanımızın bile son zamanlarda sıklıkla ifade etmek zorunda kaldığı bir ilerlememe hâli görülüyor. Neden? Böyle bir pencereye, rüzgâra ihtiyacı yok mu bu ülkenin?
Kurulacak yeni medyaların en önemli ayaklarından biri de bu olacak kuşkusuz. İnsan sanatla, edebiyatla nefes alır biraz da. Katı olan herşey buharlaşır. Selef halefine baksın neler olmuş ve oluyor. Dileyen Esma-i Hüsnaya da bakar ve görebilir. İnançların da kişisel ve sosyolojik kültürel hinterlandı vardır, böyle paldır kültür nereye kadar bayım!
BM ilga edilsin
BM’nin mevcut işleyiş yasaları neye hizmet ediyor? Bugün yeryüzünde hangi işgal ve kan banyolarını görüyorsak, ona!
Dünyanın en büyük silah üreticisi beş ülke, aynı zamanda veto ayrıcalığına sahip beş ülke. Bu hâliyle BM diktatoryası ortadan kalksa, ilga edilse ne değişecek? Ne?Dillerden düşmeyen barış için savaşın lordlarına kim dur diyecek?
İyiyim sen
Aranızda gece geç saatte yattığı halde sabahın nurunda çalar saatin rahatsız edici sesi ile gözlerini açmaya çalışırken diş macununun bittiği görüp o sırada çok para verdiği gömleği ütülerken kolunu yakıp, yanık tarafını da görünmeyecek şekilde katlayarak yoluna devam etme kararı alırken tam onun için önemsiz, sıradan bir balkonun altına geldiğinde az önce yıkanmış halının deterjanlı sularını sırtına yükleyerek güne lekeli ve ıslak devam etmeyi yeğlemeyi kendine pışpışlarken, üstüne üstlük bir taraftan da kaçırdığı otobüsün peşinden koşmanın nafile olduğuna kendine ikna etmeye çalıştığı yetmezmiş gibi yakaladığı otobüsünün de motorunun iki durak sonra bozulduğuna tanıklık ettiği halde sabah iş arkadaşının nasılsın sorusuna günü mahvolarak başlasa da ‘’iyiyim’’ cevabını veren bir tek ben miyim?