Top sesleri, savaş jetlerinin sesi düşünme, konuşma, tartışma mantığının sınırlarını siler, çökertir ve taraflar arasında başka bir aşamanın kapısını tıklatır.
Beş şehit daha İdlib’ten. Allah şehadetlerini mübarek kılsın.
Sıkıştırılmış ve çaresiz durumdaki milyonların üzerine rejimin özellikle destek çıkan iki devleti de yedeğine alarak bombalar yağdırması;
Çaresiz yüzbinlerin tek çözüm olarak Türkiye sınırına doğru yeni bir göç dalgası başlatması, ve bu hengâmede çeşitli masalarda artık pek de anlamı kalmayan “müzakereler” sürerken beş askerin şehit edilmesi…
Buraya kadar hangi aşamalardan geçerek geldiğimizi adım adım izledik.
Bundan sonraki aşamaların yönü de aşağı yukarı ortada.
Tarihî ilişkilerin akışı içinde geleneksel olanın yanında muhtemelen artık güncel ve pratik, sıcak kırılma/kırma noktasının içinde bekliyoruz.
Bilinen iki büyük güç ve onların bölgedeki hempâları, sahadaki çıkar odaklı yaklaşımlarını değiştirmeden, imzaladıkları mutabakatlara ve verdikleri sözlere hiç uymadan savaşın, zulmün yükselmesi için ellerinden geleni yaptılar.
İnsan zâlimdir.
Daeş ve diğer terör örgütleriyle yaptıkları ve yapacakları da ortada.
Top ve diğer savaş çağrıştıran bütün sesler, artık konuşmanın bittiğini, konuşulsa bile sesler duyulmayacağı için bunun bir anlamının bulunmadığını da söyler.
Başından beri sulh-u salah istediği için cenge de hazır olan kim?
Encâmımız hayrola. Şerler def ola, hayırlar feth ola.
Eski gazetelerin hepsi
İstanbul Üniversitesi Merkez Kütüphânesi müthiş bir çalışmaya imza atarak 1928-1942 arasında yayınlanan gazeteleri taradı ve PDF olarak okurlarının hizmetine sundu.
Yaklaşık 580 bin sayfanın taranıp okura açılması az şey değil. Buna en çok araştırmacılar sevinecek. Ama bugün bir çoğu kapanmış olan gazete sayfaları arasında böyle kolayca dolaşmadan önce kafanızdaki zaman algısının ayarlarıyla hafif oynamanız gerekiyor. http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/GAZETE adresinden ulaşılabilecek sitede mevkuteler sizi bekliyor.
Bu elektronik arşivden rastgele seçtiğim bir gazetenin ilk sayfasını arz ediyorum.
Hepimize birer sakız verin de gidelim
(…) İşte bu “hep” kelimesi Afrika’da ezilen siyahların zulüm ve işkenceden ve sömürgecilikten kurtuluşu sağlayan büyük devrimlerin öncüsü olmuştu ve yaratıcıları çocuklar idi.
“Hep” yani UBUNTU. Size ubuntu felsefesini anlatacağım. Afrika yerli dilinde “ubu” her şeyi içeren evren, “ntu” ise farklı biçimde var olma anlamına gelir. Her şeyi içeren bir evrende farklı biçimde var olmadır ubuntu. Ben, biz olduğumuz için Ben’im.
Olay şöyle oldu: Güney Afrika’da çalışan bir antropolog bir kabilenin çocuklarına, birlikte oynayacakları bir oyun önerdi:
“Ben karşıdaki ağacın altına bir sepet meyve koyacağım, siz de şuradaki çizgide sıralanacaksınız ve yarışın başlaması için benim işaretimi bekleyeceksiniz. Ağacın altına ilk hanginiz ulaşırsa, sepetteki ödülü o kazanacak, tüm meyveleri o yiyecek.” dedi.
Sonra da, çocukların başlama çizgisinde sıralandıklarını görünce “Başla” işaretini verdi. O an tüm çocuklar el ele tutuştular, koştular, ağacın altına birlikte vardılar ve sepetteki meyveleri birlikte yemeye başladılar. Antropolog, şaşırmıştı. Neden böyle yaptıklarını sordu: “Ubuntu yaptık.” dediler. Antropolog bunu ilk kez duyuyordu. Ne anlama geldiğini sordu.
“Birbirimizle yarışa girseydik, yarışı sadece birimiz kazanmış, beşimiz kaybetmiş olacaktık. Beş arkadaş üzülünce, yarışı kazanan bir kişi nasıl ödül meyveyi yiyebilirdi?”
Bu felsefe Güney Afrika’da kölelik rejimine son veren Nelson Mandela ve rahip Tutu’ya ilham vermiştir.
Nelson Mandela’nın sözleriyle ifade edecek olursak:
“Bir ülkeden geçen bir seyyah bir köyde durur, yiyecek ya da içecek istemesine gerek yoktur. O köyde durduğunda köylüler ona yiyecek verir, onu ağırlar. Bu Ubuntu’nun bir veçhesidir ama başka pek çok veçhesi de vardır. Ubuntu insanların kendilerinin bizzat zenginleşmemesi gerektiği anlamına gelmez. Burada asıl mesele şudur: Etrafındaki topluluğun daha iyi konuma gelmesi için de aynı şeyi yapıyor musun?” (…) Haydar Yalçınoğlu-Çeto 13