Nisan referandumu için geri sayım başladı. Eskilerin deyimine yaslanırsak referandum sath-ı mâiline girdik.
Ama aynı zamanda tuhaflıklar hırtlıklar sath-ı mâiline de girmiş olmalıyız ki olur olmaz yerlerde olur olmaz yorumlar, cümleler duymaya, okumaya başladık.
Evet ya da hayır tercihlerinden birisini seçmek ya da seçmemek küfürlü kâfirli yorumlara sebep olmakta. E birader o zaman bu seçimi yapmanın anlamı ne?
Senin benimsediğin tercihi yapmayanı anında şeytanlaştırma hakkını nereden alıyorsun?
Efendim vatanseverlik, efendim cumhuriyetin kazanımları, efendim şöyle böyle… Geçiniz.
Bir zamanlar vatanı sevme tekelinin bazı ellerde ve bakışlarda temerküz etmesinden duyduğunuz ve her fırsatta dillendirmekten geri durmadığınız günleri unutmuş olamazsınız.
Bir de evet veya hayır cephesinde rastladığım sözde propaganda amaçlı tuhaf sloganlar, yaklaşımlar, kısa filmler, grafikler var ki aman aman.
Hani çok kötü sesli bir ezan duyup da ezan okuyan şahsa ‘Efendim niçin okuyorsunuz?’ sualini tevcih edip ‘Allah rızası için okuyorum’ cevabını alınca, ‘Allah rızası için, okuma!’ diyen zarif insanın cevabında mündemic olduğu gibi, bu kâbil yaklaşımlardan yalnızca soğuma hissi hâsıl oluyor.
Sonuçta, Nisan ayında bir millet iradesi tecellî edecek ve hepimiz buna saygı duyacağız. Sulandırmamak gerekiyor netekim.
Şu minibüsteki başörtülü lise öğrencisine saldırıp hakaret, nefret ve şiddet kasan kadına gelince; okuduğu okul, mensup olduğu siyasî zihniyet bir yana; nasıl oluyor da insan olmaktan bu kadar nasipsiz biri hâline gelinebiliyor?
Maarifin vezaifinden biri de artık asgarî düzeyde ‘insanlık mektepleri’ açmaktır desek, mübalağa mı etmiş oluruz?
Bakınız yine bilemedim
şimdi.
Kanadı kırık martılar
Marmaray’ın faaliyete geçmesi iyi oldu, hoş oldu da... Vapurlar biraz hüzünlü gibi mi, ne? Martılar da öyle sanki. Yolcularla birlikte, martılara simit atanların sayısı da hayli azaldı.
Martılara simit atmak deyip de geçmeyin, efendim. Bu da bir uzmanlık konusu imiş meğer.
...
Yıl 1977... Beylerbeyi’ne, Münevver Ayaşlı’nın sohbetine gidiyoruz.
Vapurda yaşlı bir adam: Ferit Bey. Martılara simit atmanın keyfini çıkarıyor.
Ne zevk ama!
Simidi mini mini parçalara ayır...Martıya doğru savur... Bak şu çığlık çığlığa kanat çırpan kerataya! Nasıl da bir an donuyor havada! Ya bu inanılmaz refleksle yemi kapışına ne demeli?
Bu küçük mutluluktan payını almaya çalışan başka yolcular da var elbette. Lâkin martılara yem atmak beceri ister, tecrübe ister. Sevecen bir adam olan Ferit Bey, acemilik çekenleri hemen uyarıyor:
“Olmadı evlat. Simit parçasını biraz yukarı doğru fırlat. Biraz daha kavislice. Martıya biraz zaman kazandır ki avını havada yakalasın.”
...
Merak sâikiyle tanıştım Ferit Bey’le. Büyükbabası, Balkan Savaşı’nın ardından İstanbul’a sığınmak zorunda kalan bir göçmen imiş. Yıllar sonra bir anısından söz etmiş küçük Ferit’e:
“İstanbul’a sığındığımız günlerde, sahil semtlerinden birinde bir kahvehanede barınıyorduk. Bir gün kahveye bir martı girdi. Kanadı kırk bir martı. Kendini emniyette hissedeceği, sığınacağı bir yer arıyordu. Tıpkı bizim, İstanbul’a sığındığımız gibi! Yaa işte böyle evlat...Daha önce de nice kanadı kırık martılar sığınmış buraya; Kafkaslar’dan, Balkanlar’a kadar.”
Bu sözler, Ferit Bey’in hâfızasından silinmemiş yıllarca. Martı sevgisi, İstanbul sevgisi, Osmanlı sevgisi, Türkiye sevgisi bir tutku gibi yerleşmiş kalbine.
...
Yıl: 1987... Dizi filmimize mekan bakmak üzere Büyükada’dayız. Bir çay bahçesinde mola. Martılarıın gürültüsü eşliğinde sohbet ediyoruz. Bir ara Ferit Bey’le ilgili hâtırâmı dile getirdim. Masamızda bulunan, ada sakinlerinden spor yazarı Necmi Tanyolaç söze girdi:
“Sahil kesimlerinde martıların bahçelere, kahvelere, avlulara girmesi olağandır. Ben de tanık oldum böyle bir olaya. Ama Ferit Bey’in öyküsündeki martı bambaşka bir şey... Sığınmak, bambaşka bir şey!”
...
İstanbul son yıllarda kanadı kırık martıları konuk ediyor yine. Kadim geleneğimiz, mâ’şerî vicdanımız yine devrede. Bu kentin, bu ülkenin, bu toprağın insanları bir başka. Aramızda ufak tefek aile içi pürüzler olsa da “bir başkadır benim memleketim.”
...
Ferit Bey’in martı tutkusundaki gizemi, bir çizgi film öyküsü olarak hazırlamıştım. Bir yıl kadar önce. Kısmet bu köşeye imiş, efendim.
YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ