Derinlikli durum, çelişki ve şeyleri harika bir sadelikte bütün dünyaya anlatan Eduardo Galeano ‘Uygarlığın Teşhisi’ başlığını taşıyan kısa yazısında şöyle der: “Şu uygar insanlar ne tuhaf! Hepsinin kollarında saatleri var, ama hiçbirinin zamanı yok.”
Bunu okurken kolumdaki saate bakıyordum.
Akreple yelkovanın yanından hızla geçen saniyeler dışında başka şeyler de gördüm saatte. Önce kendi mısramı: “Herkes bir saat alsa da çoğalmaz zaman”
Sonra başka şeyler; Arabası vardı ama geç kalıyordu uygar insan.
Hastanesi vardı ama ölüyordu.
Okulu vardı ama cehalet azalmıyordu.
Barışı sürekli övüyor ama daima daha fazla silah üretmeye ve kullanmaya ve öldürmeye devam ediyordu.
Dünyanın yüzde yetmişi suyla doluydu ama can yakıcı yangınları seyretmeye devam ediyordu.
Arabasına park yeri bulunca dans ediyordu uygar insan.
Küçük insanî sorunlar için evrakları muhafaza etmek; memurların ve mahkemelerin kapısını aşındırmakla geçiyordu küçücük ömrü.
Sabah ve akşam plazaları doldurup boşaltan (ama tam saatinde) soluk benizli dünya halkları durmadan nasıl da doğal yaşamdan, sağlıklı beslenmeden bahseder plastik yiyeceklerini kaşıkladıkları öğle yemeği aralarında.
Uygar insan kanla kaplı bulvarlarda kırmızı ışık ihlâlini hoş karşılamaz.
Bitmez.
İnsan bitmez, çelişkileri bitmez, hırsları bitmez, kötülükleri bitmez.
Hepsi biter sonra.
“Ateş söner ikinci zaman iner yüzlere”
Zaman büyük düğüm. Çözemedik. Hep o bizi çözdü.
Uygar insanın kolunda, telefonunda, arabasında, meydanlarında saatler olmasına bakmayın. O bazan saate bakacak zamanı bile bulamayan bir çelişki hücreciği.
Günde yalnızca iki defa doğru zamanı bilmeye ihtiyacı olan adamım, kendisine bozuk ve hiç çalışmayan bir saat aramaya çıkmıştı. Ne zaman saate bakacağını bildiğini söylüyordu.
Buldu mu acaba, bilemem.
BEŞ BABAYİĞİT
Beş babayiğitin yerli otomobil için imzaladığı belgeyi görmüş olmalısınız. Altındaki iki imza ise olayın ciddiyeti hakkında yeterince bilgi veriyor. Hayırlı olsun.
Bu ülke daha 1930’lu yıllarda uçak üreten, sonraki yıllarda öyküsünü hepimizin bildiği Devrim isimli otomobili de üreten ülke.
Çok geç kalmış bir girişim mi demeliyiz? Yerli komprador söylemlerine mi takılmalıyız? ‘O kadar geç ki erken sayılabilir’ mi demeliyiz? Bekleyelim görelimci bir tutum mu takınmalıyız? Coşkudan havaya mı sıçramalıyız?
Yerli otomobil seri üretime geçince resmî ve gayriresmî palakalı bütün resmî ricâlin altlarındaki yerli ve millî olmayan arabaların, yerini yerlilere bırakacağını düşünmeli miyiz? Kendi kendime bu soruları sorarken ,otomobil parçaları üretim sektörünün ana aktörlerinden biri olan bir dostum şöyle dedi: “İmzalayanların yaşlarına bakınca aslında gençliklerindeki bir hayâli gerçekleştiriyorlar. Ama gençlerin hayâli araba mı? Millî ama hem cereyanlı hem de pilli olanını tercih ediyorum.
Peki şimdi arabanın tasarımını ve rengini konuşmaya başlayabiliriz.
ANONS
Aradığın şeyle dolusun.