Küçük mutluluklar var mıdır? Mutluluğun küçüğü/büyüğü ölçülebiliyor mu? ‘Yalnızca sebzeler mutludur’ anlayışına bakarsanız mutluluk diye bir şeyin insan için varlığı da kuşkulu hâle gelmez mi?
Peşinden koşmakla ele geçirilebilen şeyler arasında mutluluk da var mıdır? Yoksa sürekli kendisini aldığımızda mutlu olacağımızı söyleyerek her mecrada peşimizden koşan nesneler mi bizi ele geçirir?
Hayatın anlam yüzölçümünü mutluluk mu daha çok genişletir, mutsuzluk mu? Her şey zihnimizin sınırları içinde olup biten yanılsamalı ve değişken içeriklerden mi ibaret yoksa?
Diyelim ki kendi deyimin ve algınla çok mutlusun ama çevren mutsuz olduğunu söyleyenlerle dolu. Biraz gölgelenmez mi için?
Bir bakıyorsun ki İsveç’te geçen yıl 12 sığınmacı çocuk intihar etmiş. Çocuk yahu! Çocuk ve intihar kelimeleri yan yana biraz tuhaf gelmiyor mu size de!
Almanya ve daha başka Avrupa ülkelerinden sonra İtalya’da da sandıktan hükümet kuramama aritmetiği çıktı. Demokrasinin yol açtığı iktidarsızlık sorunu nereye kadar gidecek?
O canım aptal! erik ağaçları çiçek açmaya başlamıştı ki kar gökten şöyle bir iniverdi şehrimize. Çiçekler, çocuklar kadar mutlu olmuş mudur bu âni karşılaşmadan, bilemiyoruz.
Biri şöyle demişti fî tarihinde: “Hayat mors alfabesi gibi ilerler. Dertler ve acılar uzun çizgilerdir, sonra mutluluk bir nokta olarak belirir, sonra tekrar o uzun çizgi…”
İzâfî şeyleri ölçemiyor, ölçseniz de ölçü biriminden emin olamıyorsunuz. İşte böyle kâh feryat, kâh gülüşmelerle geçip gidiyor ömrümüz. Bazı fotoğraflara bakınca kendinizden ne kadar uzaklaştığınızı görüp öylece kalakalıyorsunuz.
Sonra nedir? Şehri en güzel gören noktalardan birine oturup kuşların yüksekliğinden, bir kuşla akıp giden Boğaz’a bakarken küçük bir salkımsaçak sevincin ellerinizde belirdiğini görüp şükrediyorsunuz. İçinizdeki şikayet kuşu susuyor, dışınızdaki kuş ve kuşlar yerçekimsiz zamanlardan bile bağımsız uçuyor da uçuyor. Size de bu âna eklemlenmek kalıyor. Kalakalıyor musunuz peki, orası meçhul, aşırı meçhul.
Ve daha sonra siyasetin, Dünyanın, değişik gümbürtülerin içinde daralan zamanlarınızı düşünüyorsunuz ister istemez. Sonra ellerinize bakıyorsunuz yeniden. Sonrası iyilik sağlık…
BİR BAŞKA AMERİKA
(…) “Para yargısı”nın ahlâk yargısının yerine geçtiği toplumlarda, “ateizm” ve “materyalizm” için en uygun çevre şartları hazırlanmış demektir. “Akl-ı küll”ün mazharı, her günah ve yanılmadan arınmış olan Resul-i Ekrem (S.A.) bunun içindir ki: “Nerede ise yoksulluk küfr olacaktı.” buyurmuştur. Para yargısı, adaletsizliklere geviş getirerek bön gözlerle bakar. Din de onun için bir dünya görüşü değil ancak bir “hazım saati uğraşı”dır veya “boş zaman eğlencesi”dir. Dinini oyun ve oyuncak edinmiştir. Din yararlıdır, çünkü hazmı kolaylaştırır, “stres”i azaltır. Çünkü Dale Carnegie Hazretleri veya Maharishi Hazretleri böyle buyurmuştur. Bu sınırları aşar, çizmeden yukarı çıkar, “sömürü” olgusu hakkında ahlâk yargısı vermeye kalkışırsa, artık böylesi bir “din” en büyük tehlike olmuştur, çünkü artık hazmı kolaylaştırmayıp güçleştirmekte, “stres”i de kâbusa dönüştürmektedir.
Böylesine bir din anlayışı insan topluluklarını dinden, imandan çıkaracağından, “ateizm”e “materyalizm”e saplanırlar ve onlar da para yargısını tahtından indirmeksizin sadece “dinar ve dirhem kulları”nın yerine geçmeye çalışırlar.
Katolik Kilisesi yüzyıllarca gölge kadılığı yaptı. Gölgeyi düzeltmeye uğraştı. Sonunda, Latin Amerika’nın yoksulluk şartlarının nerede ise komünizm küfrüne dönüşeceğini gören bazı din adamları, 1955’de Latin Amerika Piskoposlar Konseyi’ni kurdular. (…) Hüseyin Hatemi-Batılılaşma-Bir yayıncılık
ANONS
Çiçeklerin ve anlamların yemini ilerliyor.