Günün başına oturuyoruz sabah. Yepyeni bir yeryüzü sofrası. Başlıyoruz yemeye.
Bazı sofralarda bir bardak su, bazı sofralarda binbir çeşit yiyecek içecek, bazı sofralarda bir kuru ekmek.
Dırdırlı sofralar da var, inşirah verici sofralar da, hastalıklı öksürük tıksırıkla dolu sofralar da. Kimimiz şapur şupur bir aceleyle, kimimiz her lokmada bir şeyi düşünerek, kimimiz kaşığı tabakta unutarak. Bir şey deniyoruz bu sofrada. Bir lokmanın boğazımıza dizildiği oluyor. Bir kaşık almadan sofradan kalktığımız oluyor. Sofrayı silip süpürüp doymayanların da olduğu bir dünyadaki kulak kesildiğimiz arka planlar lokmayla aramızdaki diyalektiği işletiyor da işletiyor. Her lokma için hamd eden ruhlar olduğu gibi, ‘küçük dağları ben yarattığıma göre’ diye başlayan ve nasıl bittiğini asla merak etmediğim tutumlar da var.
Açlık da var, obezite de. İkisi de adaletin olmadığı bir sistematiğin kaçınılmaz ve ölümcül sonucu.
Şu dünyada nasibin yoksa kaşıktaki lokmayı hep kendi ağzına götürürsün. Öyle ki kolun yorulur düşer de sen hâlâ açsındır.
Her sabah önünde bir yeryüzü sofrası.
Siyasetçi sofrası, düşünür sofrası, düz adam sofrası, hile ve desise sofrası, estetik sofrası, irfan sofrası, hırtlık sofrası, istifa sofrası, fırsat bu fırsat sofrası, yağma sofrası, inşallah bana bulaşmaz sofrası, herkes yiyor ben de yiyeyim sofrası, neuzubillah sofrası, bu sofradan kaçayım sofrası, duru bir sofra, kirli bir sofra.
Sonra gece bir sofra daha. Ters zamanlı, çok boyutlu bir başka sofra. Ve yeryüzünün kanlı, vahşi, ağır metalli, çok ölümlü bambaşka sofraları. Ortadoğu’da sıklıkla kurulan ve neredeyse hiç kapanmayan, toplanmayan sofralar. Batının iki defa dünya ölçeğinde kurduğu ve 60 milyon kişiyi ağırlayıp öbür dünyaya gönderdiği acımasız sofra.
Bir ekmeği bölüp sofraya koydun. Birkaç siyah zeytin, bir kesik limonun ışıldayan sarısı. Dilimlenmiş bir domates mi dedin? Aydınlık bir bahçede ahşap sağlam bir masa. O masaya çay da gelir, bir güzel insan da, seni anlamış bir karınca yahut kuş da.
Selam içinin sofrasını kurup dışına açanlara. Ve selam helâl lokmayı ananlara, arayanlara, yiyenlere, bulup dağıtanlara.
(Çizgi: Aşkın Ayrancıoğlu- 1. Uluslararası Bilge Şehir Kocaeli Karikatür Yarışması Birincisi)
KARPUZ ÇEKİRDEKLERİ ÜZERİNE MARAZİ DENEME
(…) XIII
Aşk üzerine yazmanın saçmalığı, bir başına yazmanın saçmasapanlığı düşünülecek olursa, hafifletici nedenleri olan bir girişim. Bir kez daha deniyorum işte: Bir ucundan tutabilir miyim, tutunabilir miyim, tutuşabilir miyim? Yoksa aşk üzerinde anlaşmak, herhangi bir konuda anlaşabilmek için anlamak anlamak gerektiğini biliyorum ve ben henüz pek bir şey anlamıyorum. Onun için de yazıyorum: Aşk budur, buradadır, yoktur.
Bu’radan bakarak. Paetus’a: “Bak, acımıyor” demektir aşk. Jeanne Hebuterne’in, Modigliane’nin ölümünden az sonra, balkondan saldığı uçurtmadır. Ebu Abdurrahman Muhammed İbn el-Hüseyn es-Sulanî’nin anlattığı hikâyede, “benden ne istersin?” diye sorduğu gencin, “ölmeni” demesi üzerine yere uzanan ve nice sonra öldüğüne inanılan yaşlı âmâ’dır. (…) Enis Batur- Kediler Krallara Bakabilir-Sel yay.
ANONS
Biliyorum oradasın ve Aliya’yı çok seviyorsun. Selam sana.