Kitleler hâlinde dijital platformlara entegre oldukça basmakalıp olan da şimşek hızıyla yayılmaya başladı.
Günlük, anlık moda söylemler, bakışlar ‘düşünme biçimimizin’ bir parçası hâline geldi.
Gündemin içinde olma ve sözümona gündemi ‘yönlendirme’ endişesi çoğu zaman insanları gündem denen ucubenin toz zerrelerine dönüştürdü.
Popüler olanın ışıltılı, anlık câzip rabarbası, anlam sınırlarını özenle kendimizin çizebildiği, kendimize mahsus nice keman sesinin çanına ot tıkadı.
Ezelî ve insanî yanılgımızda hep olduğu gibi hem farklılığı ve biricik hakikati aramaktan dem vurup, hem de her gördüğümüz dijital sürünün içine atlamak isteyen koyunlar değil miyiz? (Değiliz değiliz, meee mee!...)
Kalabalık: “Evet, hepimiz farklıyız!” derken, kalabalıktan bir bireyin, “Ben değilim” demesi nâhoş mudur yoksa cesur ve zekice mi?
Herkes gibi olmanın nesi var?
Dehşet verici olan herkese benzemek mi, herkesten farklı olmak mı?
Cevabımız iki şıktan birisi olsa sorun kalmazdı. Arada grinin sayısız tonu var ve her birimizin hangi ‘normal’ aralıkta olduğunu bilmek imkânsız.
Kredi kartları, dijital izler ve diğer elekronik zımbırtılar üzerinden insan ve anlamı ‘kodlanıp depolanabilir’leştikçe üzerinde mikro işlemler de dahil olmak üzere her türlü merkezî operasyonları yapmaya uygun hâle geldi.
Ama aynı zamanda anti simetrik düşünme biçimleriyle merkezin kendisi de açık bir hedef artık.
Benzer cümleler, benzer giysilerle benzer düşüncelerin taşıyıcısı olan kalabalıkların içinde mi dışında mı olduğunu tam kestiremediğim tuhaf adamlara, kadınlara, çocuklara rastlıyorum az da olsa.
Bazan da çok ‘sıradan’ süper kimseler görüyorum.
Ne kadar azlar, azaldılar ve ne kadar güzeller. Öylelerine rastladıkça ‘gök kubbenin altı boş değil beyefendi’ deyip neşeleniyorum.
Allah affetsin.
Bir garip psikoterapi yöntemi
Bir bu eksikti! Son aylarda cep telefonlarına kumar siteleri dadandı. Habire mesaj! Yahu bu ne iştir? Niçin engel olunmaz?
Muhterem yetkililer huu! Lütfen işbaşına! Hadi biz neyse ne; amma gençler, çocuklar tehlikede! Kumar deyip geçmeyin efendiler! Bu işin şakası yok! Korkunç bir tutku bu, bir saplantı, bir girdap!
Neyse, kumar deyince bir garip vak’a geldi hatırıma. Hâlâ akıl sır erdiremediğim bir acaip “kumar psikoterapisi!”
Müsadenizle nakledeyim, efendim.
Yıl 1977... Psikolog olarak vazife ifâ ettiğim yıllar. Hastanemiz, hipodroma yakın. Mesai çıkışı, meslektaşlarımla bir kafeteryaya uğruyoruz. Sohbet konularımız genelde hastaneyle ilgili.
Bir akşam, yan masadan bir vatandaş yaklaştı. Sohbetimize kulak kabartmış. Elinde ganyan bültenleri: “Beyler ben kumar hastasıyım. Rüyamda bile at koşturmaktayım. Bu illetin bir tedavisi yok mu?”
Meslek aşkımız depreşti. Eh, yardımcı olalım tabii. Sıvadık kolları. Sıvadık da... Ganyan nedir, at yarışı nedir, derken...ucundan pöçüğünden kendimizi hipodromda buluverdik.
Hipodromun müdavimleri arasındaki kimler yok ki... Her yaştan her meslekten... Bizim hastaneden de birkaç hekim. Hepsi de fena halde muzdarip bu meretten. Lâkin yolları düşmüş bir kez. Kumardan kurtulmak öyle kolay değil. Neyse ki biz yolun başında sıyırdık yakayı. Lâkin içimizden birini kaptırdık bu girdaba!
Aylar geçti böylece. Dostumuz kumar girdabında çırpınıyor ama ümitsiz. Her akşam ganyan bayilerinin abonesi. Hem de saatlerce!
Uzatmayalım efendim, bir akşam değişiklik olsun diye Bayezıt’e, Çınaraltı’na düştü yolumuz. Çayımızı yudumlarken, ekranlardan âşinâ olduğumuz bir ses sanatçısını farkettik. Bir bilim kadını ve birkaç kişi daha. Yüzlerinde saygı ifadesiyle yaşlı bir adamın masasındalar. Bu, hürmet telkin eden zat kim ola? Merakla masaya iliştik. Sahaf imiş.
Yaşlı sahaf enteresan biri. Arada bir fıkra anlatıyor. Arnavut, Acem, Boşnak, Kürt, Laz, Rum şiveleriyle. Bu hususta inanılmaz yetenekli. Öyle ki meşhur “Bal Mahmut” solda sıfır.
O günden itibaren bu sıradışı fıkracının müdavimi olduk.
...
Bir akşam yine fıkra dinlemek için yola çıkmış idik. Kumar müptelâsı arkadaşımız birden durdu. Yolumunuzun üstündeki bir mekana baktı, baktı, baktı... Eski bir tanıdığa bakar gibi. Bir ganyan bayii idi bu mekan.
Dostumuz hayret ifadesiyle gülümsedi. “Yahu” dedi, “ben akşamları ganyan sohbetlerinin müptelâsı idim... Bizim sahafın fıkralarına müptelâ olalı nasıl da unutmuşum kumar sohbetlerini, kumarı.”
....
Aradan bunca yıl geçti. Hâlâ anlayabilmiş değilim, efendim.
O fıkralarda bir gizem mi vardı? Ya da fıkracıda? Öyle ya da böyle, dostumuzu girdaptan kurtardığına göre bir garip psikoterapi !
Bilvesile, merhum sahhaf Muzaffer Ozak’ı rahmetle yâdediyorum..
YUSUF ZİYA ADIDEĞMEZ