En çok neyi tartışıyoruz, en gerekli olan şeyleri mi?
Peki nasıl tartışıyoruz, olması gerektiği gibi mi?
Galiba ikisine de evet diyemeyeceğimiz bir vasatın içindeyiz. Onyıllardır yapılan tartışma programlarının herhangi birisine ve sonuçlarına göz atmaya çalışmak, maalesef bu konudaki mevcut hüsn-ü zan alevciklerinin de fıss diye sönmesine yetecektir. Peki neden? Deli miyiz? Neden olmasın!
*
Havalar birkaç gün güzel gitti. Umarım aptal (!) erik ağaçları çiçek açmaz. Şubat’tayız daha. Ama küresel iklim değişikliği kimde akıl-fikir bıraktı ki?
*
İdamla yargılanan genç Mısırlının Sisi rejimine gönderilmesi trajikti. Çünkü bu tutum, bu ülkedeki Rabia perspektifine ve refleksine bir tür sırt çevirmeden daha ağır anlamlar içeriyordu. Neden sonra bu işlemi yapan 8 polisin açığa alındığı haberlerini okuduk. Siyasal ve hukuksal açıdan son derece acul bir zincir değil mi bu?
*
Cep telefonlarının işe yaradığı alanlardan birinin de toplu taşıma araçlarındaki “iletişim sükûneti” olduğunu düşünüyorum. Herkes açmış telefonunu, kendisiyle meşgûl. Kimi ayna olarak kullanıp makyaj yapıyor, kimi müzik dinliyor veya video izliyor, kimi mesajları okumakla meşgûl. Böylece birbiriyle dalaşmaya, yan baktın’a pek az vakit kalıyor. Bu sükûnetin devamı için toplu taşıma araçlarına mümkünse her koltuk sırasına şarj düzeneği kurulmasını talep ediyorum.
*
Bazan olup biten şeyler, büyük bir sessizliğin içinde olup biter. Nerede kulak kesilmemiz gerektiği bilgisi bizi terk edeli çok oldu ve bu iyi bir şey değil.
*
Çok parçalı, mikro dünyalara her gün dalıp çıkan bir çocuk ya da genç, büyük/derinlikli ve bütüncül bir paradigmaya nüfuz edebilir mi? Bu genç insan, dijital dünyayla pek haşır neşir olmayan bir yaşıtına göre daha avantajlı mıdır, yoksa dezavantajlı mıdır?
*
Kervan yine göçmüş müdür?
Ak saçlı şehirler
Saçlarımın bir şehirde ve şehirle beraber ağarmasını isterdim. Ben de sonra nice âdemoğlu gibi göçerdim, şehir varislerimize kalırdı. Eskiden ama çok da eskiden değil, Herif (arif) olan erkek, evini kendisi yapar; kadın o evi yuvaya çevirir. Onun içindir ki “Yuvayı dişi kuş kurar!” demişlerdir. Kendi evini kendisi yapan erkekler çağı çoktan geçti; eşlere düşen şey kooperatife girmek yahut Toki´ye yazılmaktır. Kendi evimi yapma fikri, bugün bile bana heyecan vermektedir. Elbette duvarcısı, dülgeri, sıvacısı olacaktır ama nasıl bir ev istiyorsam öyle yapacaklardır. Mimara, mühendise ihtiyacım olur muydu? Kafa dengi bir mimara danışabilirdim, ücretini de verirdim elbette. Mühendise ise yine danışabilirdim ama mimarlık kumaşı olmayan mühendisle işim olmaz. Ustaların, kalfaların tecrübeleri, bir evi yapacak hendesî bilgiyi bugün dahi ziyadesiyle içinde barındırmaktadır. Kaç gün oldu şunun şurasında mimarlığın, mühendisliğin mektebi kurulalı? Eski şehirlerdeki bazı resmî binalar dışında mimarı bilinen yapı yoktur.
Her alanda olduğu gibi mimarlıkta da insanların bütünle alakasını kesmekle muvazzaf mektepler, modernitenin icadıdır. Bu vazifeliler, âleme/şehre nizam vermenin devlet, müteahhit işbirliğine bağlanmasının en önemli tamamlayıcı parçasıdırlar.
Mesleklerini ifa için pergel, cetvel, gönye, iletki takımı yeterlidir. Tabii, mezkur haceti mimar ve mühendisler masada kullanır. Masada şekil verip, sahaya/arsaya iner uygular; modernizm de işte budur. İnsana da masada şekil verip, demokratik demokratik piyasaya monte etmiyorlar mı? Ustalar genellikle bunları bilmez; “karar” diye bir ölçüleri ve kadimî zamanlardan devraldıkları bir “göz terbiyesi”ne sahiptirler. Ortaya da nesilleri birbirine bağlayan muhteşem bir “göz kararı” çıkar. Baş aletleri ise çekül, su terazisi ve “çırpı ipi”dir. Şehrin mimarisi, “göz kararı”nın tecellisi; kent ise masa başında dikte edilen bir kararın takdiridir. Piyasanın diktatörlüğünü demokrasi diye yutturmak için, kent en ideal yerleşkedir. (…)
Parkta çocuklar “part time bakıcı”larıyla zaman geçirirken; bir kaç ihtiyar banklara oturmuş, parke taşlarına bakıyorlar. Kentlerin gerçekte miras bırakanı da yoktur, mirasçısı da... Kentler masa başında planlanarak nasıl inşa edildiyse, kentlilerin hayatını sürdürebilmesi için her ne lazımsa planlanarak ve piyasalar vasıtasıyla önlerine konur. Değişim-perest kent düşünürleri; sele kapılarak suyun akışı istikametinde hareket eden ölü koyunları diri saymaktadır. Kendileri bilirler, benim yaptığım iş “değişimi anlamak”tır; anladığım kadarını da anlatıyorum. İşe bir de felsefî malzeme devşirip, bilimsel boyut katmaya çalışanlar var; sağ olsunlar ortaya “cehaletin evrimsel felsefesi” gibi işlek bir alan açmaktadırlar. Bir denesem mi acaba?
Berat Demirci-Bizim Sivas gazetesi