Sıradan bir semtteki sıradan yatağında uyanan adamım, sıradan bir kahvaltı için hazırlandı.
Ekmek, peynir, zeytin, domates koydu masaya. Ocağa çay.
Sıradan bir gün geçirmek istiyordu.
Tek şekerini çaya atarken, aklından pazara çıkıp Kavak inciri ve Çanakkale domatesi almak geçiyordu. Trakya karpuzlarının hâlâ pazara gelmeme sebebini de soracaktı tanıdığı pazarcı dostlarına.
Ama televizyon haberlerinden yayılan terör onu durdurdu.
Çayını bıraktı, ağzındaki lokmayı güçlükle yuttu.
Masadan kalktı ve sıradanlığı sokakta yeniden başlatmak istedi.
Esnafın sadece kaldırıma değil, yola da müdahale eden pis tutumunu geride bırakıp pazara yönelmeyi düşündü.
Pazarın başına geldiğinde birden yorulduğunu hissetti.
Hayır bugün pazar yapmayacaktı. Belki artık hiç.
Köprü açılışı için hazırlanan bilboardlara Cizre’deki yeni terör saldırısından kan lekeleri mi düşmüştü?
Adamım bir çay bahçesinde oturup memleketi düşünmek istedi.
Bildiği serin bir çay bahçesi vardı ve biraz uzaktaydı. Taksiye atlayıp oraya giderken radyoda duyduğu bir kaç haber daha midesini bulandırdı.
Taksiye verdiği paranın üstünü beklemeden çay bahçesine girdi ve denizi ağaçların arasından gören masasına oturdu.
Garsona iki çay söyledi.
Garson iki çayı getirdiğinde ‘otur, birisi senin” dedi.
Oturdu garson. Sonra birer sigara yaktılar.
Dumanların havada neyi çizdiğini gözledi adam.
Cerablus dedi, Musul dedi, Ortadoğu dedi, inşirah dedi, insan dedi.
Sonra ‘asla’ dedi bazı şeyler için.
Ve sonra ‘daima’ dedi bazı şeyler için.
Oturduğu masanın mavi beyaz damalı örtüsüne baktı sonra.
Garson sessizce gitmişti çoktan. Adamım da sessizce günün içine karıştı. Sıradan olmasını dilediği günün içine.
Bir kentin uyanması
Maddî ve manevî hayatta durmaksızın özgürlüğün yeni bir biçimini keşfetmek yaşamın anlamıysa en az yükle yaşamak ve duygusallıktan uzak olarak geçmişin büyük bir bölümünü geride bırakabilmeyi başarmak belki de en iyisidir.
Sabah Paris’te istasyona gittim. Bir kentin uyanması hep harika bir görünüm olarak gelmiştir bana, yüz binlerce insanın görünmez inlerinden sokaklara dökülmesi. Bir kentin harekete geçmesi müthiş güzel bir şey, bir lokomotifin yürümeye başlaması gibi, tekerleğin ilk dönüşü ağır, yavaş ve inleyerek olur, sonra hızlanır, birden normal hıza erişir, gidişin ritmi hızlı ve dolu doludur ki insan onu içinden hissetmez bile. İnsanların tertemiz yıkanmış sokaklara kasırgaya tutulmuş gibi dökülmeleri ne çarpıcıdır; yine de her insan, kargaşaya benzer bu kalabalıkta kendine ait yerini arar; karmaşaya benzeyen, ama aslında tasarlanmış bir düzen olan şeyden daha görkemli bir şey yoktur, tıpkı tiyatroda halkın itiş kakış dolaştığı bir sahne gibi, aslında orada da her hareket görünmeyen yönetmen tarafından en anlamlı biçimde tasarlanmıştır.
Stefan Zweig- Günlükler (27 Eylül 1935) Çev.:İlknur Özdemir- Can Yay.
Cuma’ya dâhil
Dün Cuma idi. Bir dostum zarif biçimde ecdaddan mülhem şu duayı hatırlattı:
Hayırlar feth ola.
Şerler def ola.
Gönüller şâd’u handân ola
Müşkilâtlar hallü âsân ola.
Hastalar şifayâb,
Dertliler devayâb,
Borçlular edayâb,
Nâ-murâd olanlar ber-murâd ola.
Kalplerimiz mesrûr,
Sırlarımız mestûr,
Zâhirimiz mâmûr,
Bâtınımız pür nûr ola.
Cuma Bayram’ınız mübarek ola! Ben dahi ‘amin’ dedim.