Havalar sıcak mı sıcak.
‘Hava durumları olmasa konuşacak şeylerimiz azalırdı’ diyen hazret doğru söylemiş. Son üç gündür dereceler düşük gösterdiği halde hissedilen sıcaklık adeta hudutsuz.
Gölgede kırk derece olan yerler var memlekette.
Moskova ise 10 derece imiş. Komünist olmasa da bir anlığına Moskova’ya ışınlanmak istiyor terleyen insan.
Kapalıçarşı’ya uğradım, bakalım orası serin mi diye. Eh, iki üç derece farkediyor. O da dükkanlardan yayılan klimalardan galiba.
Derken bir esnaf ahbaba uğradım ve arkadaş kendiliğinden Suriyeli konusunu açıverdi. Türkiye’nin ekonomisini Libya, Cezayir, Katar ve daha başka arap ülkelerinin nasıl ayakta tuttuğunu anlattı örneklerle.
Bunun sebebi Türkiye’nin Suriyelilere kucak açması dedi. Arap ülkelerinin yaklaşık 8-10 yıldır Türkiye’nin bu tutumunu ödüllendirmek için buraya akın ettiğini, bir yığın malı Çin’den alabilecekken daha pahalı olmasına rağmen tırlarla Türkiye’den almayı tercih ettiğini söyledi.
AVM’leri arap turistlerin ayakta tuttuğunu ve ihya ettiğini zaten biliyorduk ama esnaf arkadaş pratiğin içinden gelen başka perspektifler koydu önümüze.
Sonra da ekledi: Suriyelilere dönük negatif tutum sürer ve bunlar arap medyasında görülmeye başlarsa başka konuları bırakalım, ekonomik alanda çok değişik sıkıntılara gireceğimizden söz etti.
Üretimde çalışan Suriyelileri anlattı. Bunlar gider veya gönderilirse bazı işyerlerinin kepenk kapatacağından da söz etti.
Esnaf arkadaş sadece esnaflık refleksi ile ve salt ekonomik göstergelerin içinden anlattı bunları.
Havalar sıcak demiştik. Rüzgâr, esecek yer bulamıyor ki essin betonlar arasında.
Ekstra zırtapozluklar eklemeye gerek yok ortama.
Yeterince çekilmez bir dünyada yaşıyoruz, yaşamak denirse.
Zaman zaman kendini hatırlatan o sözü yeniden hatırlayalım: Çinlilerin şöyle tuhaf bir bedduası varmış: “İlginç zamanlarda yaşayasın!”
Bilmiyorum ki o zamanlarda mıyız?
Sıcaklar da üstümüze üstümüze geliyor hâlâ.
Neyse ki kavunu karpuzu inciri ve üzümüyle.
Bizimkisi manav tesellisi olsa da gelip geçmede dünya.
Çıktım erik dalına
Bir sinek bir kartalı salladı yire urdı
Yalan değil gerçekdür ben de gördüm tozunı
“Sinek” güçsüzlüğü belirtmek için kullanılır; “Sivri sinekten daha zayıf” deyiminde ılduğu gibi…
Sağır ve dilsiz olduğu için en uzun ömürlü kuş olduğu söylenen kartal, cüsse ve kuvvetin sembolüdür. İnsanlar ise, bülbül ve benzerlerinin sesleri sebebiyle avlanıp kafese kondukları gibi, galiba lisanları yüzünden helâk olur.
Bu beyitte iki düşünce vardır ki, birinci mâna şudur: sinek, zayıf fikirlere ve rahatsızlık vermeye işaret; kartal, güçlü kalb ve dayanıklılığa remzdir. Bazen, zayıf fikirlerin ele geçirdiği kalb, çok küçük şeyler karşısında güçsüz kalıp, mağlup olur ve bulunduğu makamdan aşağıya, toprak seviyesine düşer. Onun için, düşmanı zayıf ve hakir görmemelidir ki, hile sebebiyle acziyet ve kusur ortaya çıkmasın.
Aslan’ın kamışlık içine yavrulaması, Karınca’nın, bu kadar güçsüzlüğüne rağmen o’nun ve benzeri güçteki hayvanların yavrularına musallat olarak, yavrularını helak etmesi sebebiyledir. Arapların “dübb” dediği Ayı’nın da, karınca korkusuyla, bir et parçası şeklinde doğurduğu yavrusunu, azaları tamamlanıncaya kadar ağzında taşıyıp yere koymadığına dair rivayetler vardır.
Bu şekilde, “toz” ile kastedilen ise, zayıf fikirlerin eserlerinin ortaya çıkışıdır. (…) Çıktım Erik Dalına- Yunus Emre’nin Bir Şiirinin Üç Şerhi- Sadeleştiren: Suat Ak- Mor Yayınları
Dertlere merhem
Elbet bir gün sokaktan geçerken dertlerimle yüzleşeceğim. Uzun uzun bakışacağız. Tokalaşıp demli bir çaya tavlayacağım onu. Anlatmaya başla bakalım dinliyorum! Hep dinliyorum da bir de senden duyayım deyip bir daha açmamak üzere mühürleyeceğim ağzımı. Sonra belki sırtını sıvazlarım. Hangi derde merhem olmak istemez ki insan.. Anlatmazsa masadan kalkar ayrı güzergahlara gidip hiç konuşmamış gibi yaparız, şayet anlatırsa elinden tutup bizim eve getireceğim onu belki birlikte geceye sarılırız.