Kullananlar bilir, sosyal medya ortamları bir sosyalleşme ihtimalini içinde barındırıyor gibi gözükse de temelde bir arenadır.
Bu arenada klasik medyadan farklı olarak, internet bağlantısı olup hesap açan herkes ‘nisbeten sınırsız ve hadsiz’ biçimde, aklına eseni istediği gibi ifade etme imkânlarına sahiptir. Tabii ki kişisel müktesebatı, algı düzeyi, ifade gücü ne kadarsa o kadar.
Bunun dışında başka milyonlarca kişinin görüşlerini, paylaşımlarını beğenme, eleştirme, lafı ağzına tıkma, küfretme, linç vs gibi değişik seçenekler ve bu farklı düzeylere muhatap olma durumu da var.
Bizim dostlarla otuz yıldır süren kahvede sohbet geleneğinin bir mottosu vardır: “Çay parası veren herkes konuşabilir.” Bu sebeple de bir talebenin bir profesörün sözünü kesip, ‘hayır efendim’ dediğine sık sık şâhid oluruz.
Sosyal medya uygulamalarında da öyle, internet bağlantısı olup hesap açan herkes konuşabiliyor. Ortaya çoğu zaman yazanı da, okuyanı da memnun etmeyen sonuçlar çıksa da, hamama girenin terlemesi mukadder. Yalnız şöyle ki, klasik kabulde temizlenmek için girilen hamam, burada belki de kirlenmek için girilen bir dijital mekâna dönüşüyor.
Söylediğiniz veya okuduğunuz şey sizin için değişmez bir hakikat yahut kabulü mümkün olmayan bir zırva olabilir. Gerçek hayatta (kaldı mı?) muhtemelen bir veya birkaç kişiyle sınırlı olan iletişim ve bu iletişimin muhtemel sınır ve sonuçları bellidir. İçinde milyonların cirit attığı ‘dijital tımarhanede’ ise durum biraz farklı. Bir anda hiç tanımadığınız kişilerin, öbeklerin, grupların kesin inançlı ya da inançsızların saldırı ya da desteklerinin muhatabı olabilirsiniz. Düşmanlarınızla birlikte çılgın bir dans. Ne kadar değerli, saygın, özel biri olduğunuz ya da seçkin fikirleri savunduğunuzun o an hiç önemi yoktur. Paçalarınıza yapışırlar, çekiştirirler, ısırırlar. Veya ellerinizden tutup göklerde uçurur, gezegenleri dolaştırırlar. Bilemiyorum bir farkı var mı?
Daha yeni Dücane Cündioğlu Beyefendi şöyle bir tivit attı ve o küçük kıyamet kopuverdi: “Yasadır: erkek sahip, kadın ait olmak ister.”
Aman efendim neler neler. Bu görüşü kabul eden ve reddeden her iki cinsten de insanlar elbette mevcut ve bu normal. Lâkin o kaba, çirkin cümleleri, çemkirmeleri, küfürleri nereye koymalı?
Hayır “Ben ıspanaklı böreği severim” veya “Maviye bayılırım” yahut “Bakalım İslam ülkeleri olağanüstü toplantısından ne çıkacak?” diye bir cümle yazsanız da durum pek değişmiyor. Yani adam boş konuşmak, linç etmek, yahut seviyesizlik yapmak istiyorsa ona engel olunamıyor. Geç kalıyorsunuz.
“O halde işin ne o mecrada birader?” diyebilirsiniz.
Fakir aynı şeyi bu dünya için de düşünüyor: Bu dünyada işimiz ne birader?
Kendini beğenmenin sebepleri
(…) Büyüklenmenin başlıca dört sebebi vardır: Kahredici bir kuvvet, emredici nüfuz, ahâlinin boyun eğmesi ve kendine eş olanlarla az görüşmek. Şöyle anlatılıyor: Bir gurup Hz. Ali’nin arkasından büyük bir coşkuyla alkışlıyor, büyükleyerek yürüyorlardı. Hazret bunlara:
“Yahu biraz uzak durun, pabuçlarınızın şakırtısı kulağıma girmesin. Bu gibi hâller ahmakların kalbini bozar.” buyurdular.
İbn-i Mesud arkasında yürüyen bir topluluğa: “Yahu, dönün. Bu hâl arkadakiler için zillet, öndekiler için fitnedir.” dedi.
Kays bin Hâzim rivayet ediyor: Ulvî heybeti karşısında titremeye başlayan bir zate Peygamber Efendimiz: “Kendine gel, ne korkuyorsun? Ben güneşte kurutulmuş eti yiyen birçkadının oğluyum.” Buyurarak korkudan kurtulmasını inayet buyurdular.
(…) Hz. Ömer bir gün halkı camiye toplamış, mimberde konuşma esnasında: “Ey insanlar, banim yiyecek bulamayıp halalarımın verdiği avuç avuç hurmalarla gün geçirdiğimi biliyorsunuz. Ah o günler ne günlerdi…” buyurmuşlar. Orada bulunanlardan Abdurrahman b. Avf:
“Ey mü’minlerin halifesi, vallahi nefsinizi çok tahkir ettiniz, hor gördünüz” deyince, Hz. Ömer:
“Sen ne söylersin? Ben yalnız kaldığım vakit o senin acıdığın nefis bana ne söylese beğenirsin; sen mü’minlerin başkanısın, senden büyük kimse yoktur, diyor. Ben de ona haddeni bilmesi için böyle yaptım.” buyurdular.
(…) Hz. Ebubekir (r.a.) kendinin mehdini, övüldüğünü işitince:
“Rabbim sen beni, benden ziyade bilirsin. Ben de nefsimi övenlerden ziyade bilirim. Tanrım; beni onların zannettiklerinden hayırlı kıl. Onların bilmeyip, senin bildiğin, yanında mâlum olan kusurlarımı da affeyle. Beni bunların sözleriyle muaheze eyleme, azarlayıp darılma.” diye dua ederdi. Mâverdî- Yüce Hedefler Kitabı- Hazırlayan:Yaşar Çalışkan- Büyüyen Ay Yayınları