Eskiden çok eskiden insanlar duygularını daha dolaysız dışa vururdu sanki. O birden ortaya çıkan bilinçaltları, anlık reflekslerdeki doğallık, içerik ne olursa olsun atmosfere daha sahici bir hava pompalardı.
O zamanlarda da ‘fenomen’ler vardı, alabildiğine doğal, içten ve sansürsüz.
Bunlardan bir kısmına çocukluğumun geçtiği o küçük Akdeniz dağ kasabasında bizzat şâhit olmuştum. Onlar bir tür yerel halk kahramanlarıydı. Şakaları, latifeleri, sözleri zaman zaman can yaksa da hiçbir zaman bir tatsızlıkla sonuçlanmazdı. Şakaya maruz kalanlarda da bir olgunluk, bir ‘olur böyle azizim’ havası vardı.
Eskiden çok eskiden çocuklar da başka bir âlemdi sanki.
Beş yaşında iftar için pide almaya gönderilen bir çocuk pideyi almış ve komşuya götürmüştü. Alkışlanmıştı tabii.
Bir başkası paytak paytak ortada dolaşırkan, iftara beş dakika kala soğuması için kapağı açılan patlıcan dolmasının üzerine oturmuş, yandım anam deyip fırlamıştı. Dolmalarsa hiç olmadığı kadar yassı. Neyse.
Büyükler farklı mıydı sanki?
Birisi iki ay önce taşındığı eve gitmişti iftar için.
Bir başkası hesap makinesinden telefonla birini aramaya kalkışmıştı.
Bir başkası ikindi ezanı okununca huşû ile iftar açmak üzereyken engellenmişti.
İkindi ile akşam arası kasaba esnafı bir nevi ‘çılgınlaşır’, çarşıda olmadık şakaların yakası açılırdı. Gidenin ardından teneke a tmalar, maytap patlatmalar, şu bu…
Siyah beyaz yıllardı. Demirel, Ecevit, Erbakan, Türkeş… Gazeteler çok etkilerdi çarşıyı. Bazı esnaf gazetede gördüğü bir siyasî haberi dükkân dükkân dolaşıp muarızlarına arz ederdi.
Sonra kasabanın tek câmisinin minaresinden ezan okunur ve her şey durur veya başlardı. Bu minarenin selefi de Allahlık bir minareydi; bir dut ağacı. Her yıl yarım 1 metre kadar uzayan bir minare!
Sahurda bir belediye görevlisi halkın “canavar düdüğü” dediği bir aletle sokakları dolaşır ve sahuru haber verirdi. Nasıl bir şeydi o alet, hiç görmedim.sadece o tuhaf sesi duyardık.
İftar için ayrı, sahur için ayrı özel ekmekler yaptırılırdı fırında. Bu ekmekleri malzemesi evlerden giderdi.
Şimdi buradayız ve şimdi böyle.
Selamün aleyküm/ Şimdi reklamlar... Peekii.
Otobüste yer verme
Saçını uzatırsın kominist misin derler, saçını kazıtırsın vah zavallım genç yaşında kel kalmış derler. Üniversite mezunu olursun he noldu şimdi başımıza alim mi olucan derler, okumadığında pü sana akıl fukarası derler. Nazar ber kadem yaparsın az kafanı kaldır da sağına soluna bak derler, gözlerin fır döner bundan adam olmaz derler. Derler ve derler. Az biraz büyüyen der! Bakın gençlere otobüste yer vermek için ikametgah biyometrik fotoğraf ve kapsamlı CV istemiyor. Saygı duymak mayamızda var siz de deneyin
Not: Otobüste yer vermemek için uyuma numarası yapanlar role biraz daha kendinizi verip hafif ağzınızı açarsanız on numara beş yıldız olur şapka çıkartırız.
Gelenek ve gerçekçilik
(…) Çağdaş Müslümanlar, yolculuklarına, ne yönde gitmek isterlerse istesinler, bulundukları yerden başlamaları gerektiğini anlayacak kadar gerçekçi olmalıdırlar. Ünlü bir Çin atasözü vardır: “ Bin millik yolculuk, tek bir adımla başlar” diye. Şimdi, bu ilk adım da bulunulan yerde atılacaktır zorunlu olarak; ve bunun hem kültürel, hem manevî, hem de fizikî açıdan böyle olduğu bir gerçektir. İslam dünyası nereye giderse gitsin, İslam geleneği gerçekliğinden ve kuruntusal değil kendi gerçek yerinden yola çıkacaktır. Bu gerçeği görme yeteneğini yitirenlerse hiçbir zaman etkili bir yolculukta bulunamazlar. Yalnızca yolculukta olduklarını hayâl ederler, o kadar. Düşünce alanında Müslüman halkın önderi olmak isteyen bir Pakistanlı veya bir İranlı, ya da bir Arap ‘aydın’, eğer bir etki yapmak ve İslam toplumunun kalan bölümünden kopmamak istiyorsa, önce kim olduğunu hatırlamalıdır. Lahor’un veya Tahran’ın, ya da Kahire’nin bir köşesini bir Oxford veya Sorbonne’a çevirmek için ne kadar uğraşırsa uğraşsın, başarılı olamayacaktır. İslam toplumunun kendilerini anlamadığından ve takdir edemediğinden yakınan batılılaşmış türdeki sözde Müslüman aydınlar, kendi kültür ve toplumlarını anlayıp takdir etmeyi reddedenin kendileri olduğunu, bu yüzden de kendi toplumlarınca reddedildiklerini unutuyorlar. Bu reddediş bir hayat belirtisidir gerçekte; İslam kültürünün canlılığını hâlâ koruduğunun bir göstergesidir. (…) Seyyid Hüseyin Nasr- İslam ve Modern İnsanın Çıkmazı- Çev.: Ali Ünal- Sara Büyükduru- İnsan Yayınları