Nihayet dergisi yayınlanan son sayısının kapağından böyle seslendi: “Sayın Başkanım”.
Ve hemen altında ufuktaki yerel seçimler için “Belediyecilik hizmetlerine dair 10 tesbit ve öneri” duyurusunu da kapaktan anons etti.
Doğal olarak derginin sayfaları da geniş ölçüde Belediye hizmetlerinin içeriği hakkında eleştiri, uyarı, teklif ve temennilere ayrılmış. Ayrıca çeşitli yazarların, yeni seçilecek Başkanlara yönelik yazdığı mektuplara da yer verilmiş. Bu mektuplardan birini de bendeniz yazdım. Nihayet’in yaptığı çalışma muhatabına hangi ölçüde ulaşır, bilemem. Fakat başta İstanbul olmak üzere her şehirdeki, her ilçedeki yerel yöneticileri de, insanımızı da ilgilendiren bir durum olduğu âşikâr. Dergiyi bu rikkatli bakışı için kutlarken, orada yayınlanan bendenize ait mektubumun tam metnini müsaadenizle bir de ben yayınlıyorum:
Selam Meçhûl Başkan
Sizi meçhûl bir seçmen olarak selamlıyorum.
Biz iyiyiz, ya siz? Bu kadar ağır bir sorumluluğun altına isteyerek ve çekinmeden girdiğiniz için sizi kutlarım. Çok cesursunuz. Âlâ.
Seçimlerden önceki gece ile kazandığınız günün gecesi arasında 24 saat ve ölçülemez bir uçurum var. Siyasal eğiliminiz yanıbaşınızda durmakla birlikte oldukça teknik bir süreç bekliyor sizi. Bizi de.
Acaba bu şehri nasıl yöneteceksiniz?
Bilmiyorum ki ayda bir de olsa şehrinizdeki dolmuşa, metrobüse veya otobüse kimseye haber vermeden sessiz bir kamuflajla binip halk ne hissediyor, bunu anlama çabası içine girecek misiniz?
Yeni bir inşaat şehirde neyi değiştiriyor, bu değişim güzellik hânesine mi yazılıyor,yoksa çirkinlik hânesine mi? Buna bakmayı deneyecek misiniz?
Çocuklar nasıl bir şehir algısı ve pratiği içinde büyüyor ve bu durum onlarda neye yol açıyor, bunu ölçmeyi düşünecek misiniz?
Yoksullar, kimsesizler, hani o sessiz yığınlar için yapılan şeyler kağşamış mı, her şey yolunda mı? Yoksa yönetimin hiyerarşisinin en alttaki elemanları küçük iktidarlar kurup, bazan zabıta bazan başka bir görevli olarak görevlerini hızla ve en verimli şekilde yapmak yerine “o iktidar hissini biraz da ben tadayım” koltuklarına mı gömülmüş? Yüzlerce, binlerce ve bazı yerlerde onbinlerce olan bu “personelinizi” denetleyecek veya halkın şikayetini ânında inceleyip gerekeni yapacak mısınız?
Dedim ya, bir şehrin yönetimine tâlip olmak, oldukça cesur bir hareket, müsaade edin sizi tekrar kutlayayım.
Görev süresi bittiğinde bu halkı daha iyi anlamış biri olmak ne güzel. Ve ne güzel ensesi ve cüzdanı göreve bağlı olarak değişmemiş olmak. Görüyorsunuz ya ne kadar masum şeylerden bahsediyoruz. Daha estetiğe, yönetim felsefelerine, kamusal iletişim ve yönetişim teorilerine, tarihe, sanata, yeryüzü kıyaslamalarına girmedik. Neden girelim ki? Zaten kimi güçlüklerle yaşamaya çalıştığımız gündelik hayat bir karabasana, sinirleri zıplatan asitli bir gayya kuyusuna dönüşmesin istiyoruz. Kişisel veya örgütlü mafyatik paçozluklarla karşılaşmak istemiyoruz şehrin akışında. Bir de çeşmeler aksın diyoruz. Ne yapalım, demeyelim mi?
Şehrin serçeleri, kedileri, kargaları, köpekleri, karıncaları, ağaçları, bulutları var bir de. Onları da dinlemek ister misiniz? Granite boğmadan ama, betona diz çökmeden, kafeslemeden.
Neyse; dünyaya gelmiş, sizi seçmiş, bunları da demiş bulunduk. Sabah kalkınca nasıl bir şehre uyanacağımı bilemiyorum. Umut, bu bilememek aralığında yeşeriyor işte. Kararabilir de tabii. Bilemiyorum, gerçekten bilemiyorum.