Her şeyden önce çok bereketli toprakla üzerinde kurulmuş bir şehir Sakarya. Coğrafî olarak zengin topografik yapıda. Meyveleri, sebzeleri bol. Dört mevsiminde yüzlerce çeşit mahsül alınabilen topraklara sahip. İnsan çeşitliliği bakımından ülkemizin bir minyatürü gibi. Sağlam bir geleneğe sahip üniversitesi, entelektüel bir mâzisi olan üç beş şehrimizden biri.
Gastronomik bakımdan da ülkemizin önemli şehirleri arasında olduğunu düşünüyorum.
Depremden sonra şehirdeki hayatın ve mimarî görüntünün şekli, ritmi biraz değişmiş olsa da; Sakarya bugün de, içindeki büyük parkları, düzenli ulaşımı ve alternatif yaşama imkânları ile temayüz eden bir şehrimiz. Sapanca, Arifiye, Taraklı, Karasu, Geyve, Kuzuluk gibi birkaç isim bile yaptığı çağrışımlarla bize ferahlığın kapılarını açıyor.
Geçtiğimiz hafta Sakarya’dan, çocuklarla kitap etrafında bir buluşma daveti alınca yine Sakarya’da biraz nefes alabileceğimi de hesaba katarak hay hay dedim.
Çocuklara bir şey öğreten değil, onlardan bir şey öğrenen biri olarak yola koyuldum.
Davet sahibi Sakarya Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı idi. Yeni inşâ edilen Sosyal Gelişim Merkezi’nin önünde bizi Münevver Duran Hanımefendi güleryüz ve nezaketle karşıladı ve sonrasında benim için sürprizler başladı: Girdiğimiz ilk sınıfta bir masal kitabımı okuyan çocuklar, masaldaki ana kurguyu eksen alarak esprili bir ‘zaman makinası’ inşâ etmişlerdi.
Bir diğer sınıf olan mutfak sınıfında Havuç Havuç Havuç isimli masal kitabımı okuyan çocuklar ve öğreticileri mutfakta büyük bir havuçlu kek yapmışlardı. Tabii ki iştah ile o havuçtan yapılan havuç şeklindeki keki silip süpürdük.
Oradan çıkıp girdiğimiz diğer sınıfta müzikle bağlantılı başka bir çalışma vardı. Çok genç bir ney öğrencisi bize neyiyle Aşık Veysel’in ‘uzun ince bir yoldayım’ türküsünü üfledi.
Sonra değer sınıfta başka bir şey, diğer sınıfta yeni bir şaşkınlık…
Bazı sınıflar bir masal kahramanının maketini yapmışlardı, bazı sınıflarda kitapla ilgili kendi yaklaşımları, hayâlleri, soruları, kendi yazı çalışmalarını gördüm. Bir yazar, yazdıklarının maksimum yankısıyla yansımasıyla karşılaşınca ne hissederse onları hissettim.
Sosyal Gelişim Merkezi özel bir tasarımla inşâ edilmişti. Ferah, yüksek tavanlı, ışıklı, insanı boğmayan bir modern tarz. Sınıflar, işlevler, ihtiyaçlar, çimenli oyun alanı…Velhasıl her şeyin yerli yerinde düşünülüp hayata geçirildiği, ayrıntıların unutulmadığı, adına ve amacına hizmet etme kabiliyet ve gerçekliğine sahip bir merkez.
Çok sayıda çocukla konuştum.sorularına aklım erdiği kadar cevap vermeye çalıştım. Hepsi de gözleri ışıl ışıl, böyle bir yerde olmanın güven ve rahatlığını taşıyan çocuklardı. Daha sonra gittiğimiz Akyazı ve Geyve Sosyal Gelişim Merkezleri de aynı disipliner rahatlıkla inşâ edilmişti. O merkezler de işini bilen idealist, güleryüzlü idare ve eğitimcilerle kendi yollarında yürüyordu. Şu an yaklaşık 10 bin çocuğun yararlandığı bu merkezlerin dördüncüsü de Sapanca’da inşâ edilmiş ve açılmak üzereymiş.
Ülkemizde bir çocuk politikasının yokluğu sır değil. Çocuk ve genç odaklı tehlikeli sorunların varlığı da artık manşetlerden, ekranlardan çürüyen genç bedenlerle gözümüze sokuluyor. Böyle bir vasatta Sakarya’daki bu anlamlı çabayı selamlıyorum. Sakarya’da tecessüm eden bu şık ve değerli çalışmanın başka yerel yönetimlerimiz için de kalıcı bir örneklik olarak hayata geçirilmesini çocuklarımız adına arzu ediyorum.
Bütün bu yaklaşım ve eserlerin ardında ekibiyle birlikte imzası bulunan deneyimli ve vizyoner bürokrat (Sosyal Hizmetler Daire Başkanı) Davut Yüce’yi kutluyorum. Yine ekipten Sosyolog Murat Kıroğlu ve Yahya Bakır beyfendiye ziyaret boyunca gösterdikleri nezaket ve ilgi için müteşekkirim.
Fakat tabii bir de şu var değil mi? İşi ehline verme basiretini gösteren ve sürekli yüksek bir oy oranı ile seçilen Başkan Zeki Toçoğlu. O akşam şiddetli sayılabilecek bir yağmur eşliğinde, yönetimin silodan şık bir mutfağa dönüştürdüğü mekânda değerli akademisyen dostların da bulunduğu bir akşam yemeğinde, şehir ve şehircilik üzerine sohbet ederken, Başkan Toçoğlu’nun hızlı düşünme biçimi ve sağlıklı şehir mimarisi hakkındaki tavizsiz pratik tutumununu görme fırsatı buldum. Ayrıntılarına girmem burada mümkün değil ama şöyle diyebilirim rahatlıkla: Sakarya’yı bir çok alanda yeni açılımlarla başarılı biçimde idare ederken Sapanca’yı tek başına savunuyor. Dört katı yıkıp yerine ondört kat dikmeyi ve bunu kentsel dönüşüm olarak savunanları da hiç anlamıyor. Ben de anlamıyorum.
Sakarya’dan iyi duygularla ayrılıyorum.
Bazan idare mevkiinde bulunan bir iki insan şehrin bütün havasını nasıl değiştirebiliyor. Sakarya olumlu bir örnek. Ya olumsuzlar?
ANONS
Herkes kendisini gerçekleştirmek istiyor. Bazılarının sonucu yıkıcı olsa da.