Saha düz kafalar karışık

Mevlana İdris

Fransa’daki futbol maçlarını bütün dünyadan milyarlarca kişinin izlediği söyleniyor.

Bir süredir sıkıyönetim, grev, gösteri ve şiddet olaylarıyla birlikte yaşayan Fransa, farklı ülkelerin futbol holiganlarının ülkeye gelip arbedeler çıkarmasıyla birlikte ayrı bir kamusal tatsızlık görüntüleri içine yuvarlandı.

Bizim de millî takımımızla yeraldığımız futbol müsabakaları, futbolla ilgilenmeyenler hiç haberdar olmasa da milyonlarca Türk’ün zihninde kısa süreli fırtınalar koparıyor.

Millî takımımızın yenilgisi ya da zaferi üzerinden yapılan yorumlar soğukkanlı bir analize tâbi tutulabilse kim bilir nasıl tutarsız, eyyamcı hatta makyevelist sonuçlar çıkacak ortaya. Ama günlük hayatın trafiği içinde her şey beş dakika sonra unutma kuyusunun içine yuvarlanıp nisyanın o amansız gücüne teslim ediliyor.

Hep, ‘futbolun futboldan ibaret olmadığı’ söylenegelir.

Öyle görünüyor ki futbol izleyicisi de futbol izleyicisinden ibaret değil.

Müsabakanın yapıldığı stadyumun sınırları, canlı yayınla binlerce katına çıkarken; izleyicilerin yorumları da elektronik medya ortamlarında aşırı bir çoksesliliğin kafa şişiren kakafonisine dönüşüyor.

Bir bakıyorsunuz teknik adam ya da bir futbolcu yenilgi sonrası kötünün kötüsü oluyor, bir bakıyorsunuz, atılan bir golün ardından ‘belki de öyle değil’ havalarına mayna olunuyor. Bir de birşeyler olur ve takım gruptan çıkarsa azizlerden biri olarak ilan bile edilebilirler.

Fransa’da enerji sektöründeki grev sebebiyle uzun araç kuyrukları artık sıradan bir görüntü. Son haberler ise Fransa’nın ‘yedek’ akaryakıtı kullanmaya başladığı yönünde.

Monsieur’un dertleri başka.

Bizimkiler ise bambaşka.

Bir 90 dakikalığına da olsa kimi futbol maçları kitleleri izole edebiliyor. Sorun şu ki izole edilen alandaki gerginlikler ve insana mahsus diğer hâller için bi çare bulunabilmiş değil henüz.

Nereye gitsek kendimizi de götürdüğümüz ve bu sebeple nerede olursak orayı kendileştirdiğimiz için, hiç bir şeyin değişmediğini söyleyebilir miyiz?

Neyse. Şimdi herkes önümüzdeki maça bakıyor.

KEDİ GÜZELLEMESİ

(...) Kedi; yalnızların ve suskunların dostudur en fazla ve belki de bu yüzden şairlerin, yazarların, âlimlerin yanında, evinde olmazsa olmazlardandır. Kitap raflarının aralarında, çalışma masalarının kenarında kendilerine bir yer bulup, dinler, okur ve anlar gibi izler sahibini. Bu dostluğun verdiği ayrıcalıkla, şiirlere, hikâyelere, romanlara kolayca sızar ve sayfalar arasında nazla, gururla usul usul dolaşırlar. Onlarca edebiyatçının, sanatçının kucaklarında kedileriyle çekilmiş fotoğrafları, kedilerin kendilerine sahip seçmekte ve onları etkilemekte ne kadar mahir olduklarının da bir belgesidir aslında.

Tıpkı bebekler, çiçekler gibi kedilerin de resimleri elden ele gezer kartpostal olur, çerçevelenip duvarlara asılır. Zaten kedi; biraz hareket eden salon bitkisi ve biraz da miyavlayan çiçektir.

İnsanlar değişir, şehirler değişir, hayatlar değişir fakat kediler her çağa, her mekana ayak uydurmayı başarırlar. (...)

Ne kadar dünya telaşıyla kaçmaya çalışsanız da onlardan, yaşadıkça birikir kedileri sevmek için bahaneleriniz. Hüseyin Kaya-Çırpınıp İçinde Döndüğüm Deniz-Ötüken Yay.

ITRİ

Bazı alanlar ile bazı hissiyatlar birbirine karıştırılmamalı. Disiplinler arası bir ocakta tatsız tuzsuz çorbalar pişirilmemeli. Pişirilirse de herkese ‘ye’ diye dayatmamalı.

Itrî bu ümmet için seslerden bir Süleymaniye yapıp hepimize hediye etmiştir. Bu alanda daha büyük bir mimarî eserimiz yoktur ve olacağı da şüphelidir. Binlerce meselemiz ve bağlı olarak neş’esizliğimiz varken, yeryüzündeki ender ortak sembollerimizden biri olan segâh tekbiri ‘sepetlenince’ ne olacak? Haykırıp kelle kesenlerin ‘cinayet tekbiri’ ile mi iktifâ edeceğiz?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.