Son yıllarda Ramazan ayının olmazsa olmazı gibi tuhaf bir tartışmamız daha oldu: Çocuklar câmide olmalı/olmamalı, koşmalı/koşmamalı, uçmalı/uçmamalı …
Hepimizin çocukluğunda teravihli gecelerden bir iz, bir anı mutlaka vardır. Bizim kıkırdamalarımızdan tutun, birbirimizin ayaklarını gıdıklamasına kadar; ağzımızdan püskürttüğümüz histerik gülme biçimlerinden yanımızdakine attığımız omuz darbelerine kadar hepsi çocuk teravihimizin bir parçası idi.
Elbette imam efendinin her selamında hafif söylenmeler, baş sallamalar, uyarılar alırdık ama böyle ‘hadi yallah’ bir ihracat işlemine tâbi tutulmazdık.
Şimdi ekranlardan uluorta, üstelik de câmi kelimesiyle yanyana anılması hiç münasip olmayan kelimelerle destursuz bağa girenleri gördükçe nasıl söylemeli biraz tuhaflaşıyorum.
Merak buyurmayın, çocuklar câmiyi lunapark yapsın, câminin içinde pamuk şeker de satılsın demiyorum. Bir mâbedin manevî atmosferinin, mehâbetinin, zerafetinin zedelenmesini de istiyor değilim. Elbette anne-babalar çocukların câmideki ‘sınırlarını’ onlara güzelce anlatmalı ve onu dikkatle tâkip etmeli, gözetmeliler.
Ama el insaf. Bir câminin çocukla, çocuk sesiyle, kuşlarla buluşmasından daha güzel ne olabilir. Bazı şeker hastası insanların çocukları ‘düşman’ püskürtüyor gibi bir eda ile azarlama veya kovma isteği nedir? Kimsiniz ve ne zaman Allah’ın evinin sahibi oldunuz?
Kuş sesiyle, çocuk sesiyle olup olmadığını asla isbat edemeyeceğin ‘huşûn’ bozuluyorsa, o huşûyu yeniden gözden geçir.
Nedir? Bazı imam efendilerin veya cemaatten bazı hâlden bilir çocuk dostlarının çocuklara hediyeler verdiğini, onları câminin o güzelim kubbesi altında insanî olanla da tanıştırdıklarını görüyorum. Buradan hepsine bin selam.
Tıpkı Erzurum, Elazığ, Urfa, Malatya gibi bir çok şehrimizde, ilk orucunu tutan çocuğun zafer kazanmış bir şehzade olarak omuzlarda gezdirilmesi merasimini şefkatle, rikkatle, sevgiyle icrâ eden dedeleri, ebeveynleri, abileri, ablaları selamladığım gibi.
Ne demişti dünya durdukça Diyanet’in başında kalası Mehmet Görmez: “Çocukların hafızasında kötü iz bırakacak şekilde müdahale edecekseniz, lütfen teravihinizi evinizde kılınız.” Dünkü beyanatında ise bu tutumunu daha da berraklaştırıp kesinleştirerek şöyle dedi: “Çocuklardan rahatsız oluyorsanız evinizde kılın.” Bu kadar basit işte.
Çok şey eksildi hayatımızdan. Bırakın da teravihlerimizden kuş sesleri eksilmesin. Lütfen yani efendiler.
Kırık kemik uçları
(…) Arada bir ikindi sonrası buraya geldiğini söylemişti Avni. Sokağın başında göründüğünde içime nasıl bir eksiklik duygusu yürüdü anlatamam. Gövdesi çürümüş, kolları budanmış hafif bir rüzgârla devrilecek çınar gibiydi. Lacivert bir tonun içine gömülmüş yüzündeki ışıltıdan eser kalmamış, kamburu çıkmış, asâsına dayanarak ağır aksak yürüyordu. Hayattan sıyrılmış, etrafında olup bitenle zerre ilgisi kalmamış, adımını atacağı yeri kestirmeye çalışan bu adamın Kemal Bey olduğuna bin şâhit lazımdı. Dükkana gelenlere muhabbet iğnesini batırıp dertlerini, tasalarını şırıngayla çekip yerine can suyu salan adamın son düzlükte insanlara küsüp yapayalnızlığı tercih edeceğine kim inanırdı. “Zemberek Saat”in tam karşısındaki masaya oturdu. Camı çerçevesi indirilmiş bir oda gibi rüzgâr alıyordu Kemal Bey. Üşüyordu. Belli ki geçmişinden ısınmaya çalışıyordu. Onca hatıra gözlerine inmiş kaşlarıyla kirpiklerini yorgun düşürmüştü sanki. Tuttuğu çayın kırmızılığı benekli ve buruşmaya yüz tutmuş sağ elinden ağarken dünyayla arasına giren mesafeyi hatıralarıyla kapatmaya çalışıyordu.
Gelip buraya oturmak kolay mıydı? Dünyanın omzundan dizlerine düşen kayayla yürümek, etine batan kırık kemik uçlarına dayanabilmek, değirmen taşına sıkışmış bir kalbi de yanına alarak otuz küsur yıl aşkla yürüdüğü yoldan bir cesedi taşımak kolay mıydı? Geçmişin göçük hâline bir manzarayı seyrediyormuş gibi bakmak, havada kalmış o soğuk mermilere çarpa çarpa kapının kolunu bulmak, eşikte kalmış ve soğumuş şarkının boğuk sesini dinleyebilmek kolay mıydı? Ali Işık-Beni Hikâyeden Çıkart-Şule Yay.
İkinci zamana geçenler
İyi yetişmiş ve kendi alanlarında iyi mücadele ile başarılı sonuçlar alarak Milletin selameti için uçlarda savaşan üst düzey rütbeli 13 askerin Ramazan’daki şehadetleri hepimiz için sarsıcı oldu.
Kendilerini rahmetle anıyoruz.
Bu ilk helikopter kazası değil. Kazaya sebep olarak çeşitli ihmâl ve ihtimallerden söz ediliyor. Herhalde doğrusu er geç ortaya çıkacaktır.
Şimdi onlar ebediyet âleminde, kendilerine va’dedilen yerde başka bir zamanı yaşıyorlar. Selam onlara.