Ne zaman bilmece gibi bir soru sorulsa aklıma Wittgenstein’in o bilinen sözü gelir: “Ortada bir bilmece yok. Eğer bir soru sorulabiliyorsa, cevaplanabilir de”
Bekleniyordu oldu!
Avrupa’nın kurumsal kalbine üç bomba atıldı, bilanço ağır.
El –Kaide, eylemlerinde genel olarak ikili bomba atıyordu. Hatırlarsak İstanbul’da da sinagog ve banka bombalamasını, aynı gün peşpeşe iki terör olayı olarak yaşamıştık.
Şimdi bu sayı yükselmiş görünüyor; üç bomba.
Osmanlı Devleti’nin tarih sahnesinden çekilmesi galiba en çok Ortadoğu ve Balkanlarda (tabii Afrika ve Kafkaslarda da) kaosa, acılara yol açtı.
Yüz yıldır anılan bölgeleri cetvellerle çizip parçalamaya, kaynaklarını sömürmeye, insanlarını bombalamaya doyamayan batı, işgâl ve yağmalama politikalarını güncelleyerek bölgeye yeniden geldi. Bu defa kucağında ‘demokrasi’ ve daha gelişmiş bombalar, yalanlar vardı.
Yalnızca Irak, Afganistan ve Suriye’de yaşananlar ‘suç’ olarak batının yedi ceddine yeter.
Sadece Irak’ta koca bir işgâl, kıyım ve yağmalama bittikten sonra ‘ aa kimyasal silah yokmuş’ dediler ve kapattılar. Bir pardon bile çok görüldü.
Ortadoğu coğrafyasının içine ‘bırakılan’ terör örgütleri ise ayrı bir fasıl.
Bu örgütler bazan istediğiniz devleti şeytanlaştırmaya yarıyor, bazan da şeytanın ta kendisi oluyor.
Batının kendi putunu yediği sayısız sofrası var.
Canı istediği zaman 40-50 ülke, bir koalisyon şemsiyesi oluşturup bölgeyi bombalamaya çıkıyor. Bazan bunu bir tek ülke yapıyor.
Sorarsanız terör örgütünü bombalayacağız diyorlar. Bombalıyorlar da. Ama sis dağılınca her defasında sivillerin, çocukların öldüğünü; hastanelerin, mazlumlara ekmek yetiştirmeye çalışan fırınların bombalanıp yıkıldığını görüyoruz.
Milyonlarca mültecî Avrupa kapılarında. Aşağılanıyor, tartaklanıyor, fiilî zorbalıklara maruz kalıyor, ziynetlerine el koyuluyor, sınırlarda vurulmaları için yasa önerileri gündeme geliyor.
Zor iklim şartlarında onlara asgarî insanî ihtiyaçlar için bir çadır bile çok görülüyor.
Çadır kime veriliyor? Kurumsal başkentin kalbinde ‘terör örgütü’ olarak kabul ettiği örgüte veriliyor.
Son otuz-kırk yılda herhalde bizim ülkemiz kadar teröre muhatap olmuş bir ülke yok.
Son on yıldır Türkiye her platformda terör için çığlık atıyor ve dikkat çekiyor.
Peş peşe yaşadığımız Suruç, Ankara ve İstanbul’daki kitlesel terör eylemleri dahi uyandırmaya yetmiyor olmalı ki önce Paris, sonra Belçika Orta Avrupa’yı bir anlığına bir ‘Ortadoğu’ şehri görüntüsünün içine oturuyor.
Paris’te, Belçika’da olanlar Ortadoğu’nun rutini. Bu görüntü ve acıyı hâlâ daha her gün yaşıyorlar. Ama artık dünya çok kırılgan. ‘Bomba orada patlar, ben hayatımı yaşarım’ lüksü bitti.
Geçmiş olsun diyelim, lanetleyelim ve soralım
Ortadoğu’ya bırakılan kedi evine mi dönüyor?
Ve o rüzgârı kim ekmişti?
Mış gibi yap
Daha yeni, bir sanayici arkadaşım anlattı, olay İstanbul’da geçiyor. Kendisini dinleyelim:
“Gerçekten içselleştirinceye kadar ‘’mış gibi yap’ mealinde bir söz .
Çok hoşuma gidiyor.
Kime sorduysam, olumsuz anlamı ile yorumluyor. Riyakarlık, iki yüzlülük olarak anlayanlar çok.
Ben ise farklı düşünüyorum.
Örnek ..
Bir elemanımız vardı.
Sabahları suratı hep asık, gözlerini kaçırıyor, selam vermiyor, günaydın demiyordu.
Bana saygısından vs. böyle yapıyor zannediyordum.
Meğerse herkese böyle imiş.
Bir kere tatlı şekilde uyardım. Pek anlamadı.
Sonra çağırdım ve “Beni nerede görürsen selam vereceksin ve gülümseyeceksin. Bu bir emirdir” dedim.
Aylarca böyle devam etti. Bazen bilerek karşısına geçtim, bakalım ne yapacak diye.
Zorla da olsa talimatımı uyguladı.
Sonra alıştı, kendiliğinden yapmaya başladı. Duydum ki arkadaşımız artık gözlerini kaçırmıyor , herkesi selamlıyor. Uygar bir alışkanlık sahibi olmuş :-))
Özet :
“İnsan sadece başkalarına zorla güzellikler öğretemez.
Çoğunu kendisinde denemeli.
Bunun için o şeyi içselleştirmemiş bile olsa, bir süre inatla uygulamalı.
İstim arkadan gelecektir...”
Üç Zor Mesele
İsmet Özel ilginç bir şey yaparak iki kitabını tek kitapta ve tek başlıkla yeniden yayımladı. ‘Üç Mesele’ ve ‘Zor Zamanda Konuşmak’ kitapları artık tek kitap, ismi ise ‘Üç Zor Mesele’.
İsmet Özel, kitabıyla ilgili olarak şu cümleleri kurdu: “Üç Kulhüvallahü bir Elham Üç Zor Mesele’nin Dibacesi” işin işten geçmediği, Türkiye’de yapılacak şeylerin neler olduğu fikrine mahsus zeminin oluşmasına müsait vaktin işaretlerinin henüz belirebildiği inancıyla yazıldı. Bor’un pazarının geçtiğini kabul etmiyorum; dolayısıyla eşeğimi Niğde’ye sürme düşüncesinde de değilim. Üç Mesele’yi Zor Zamanda Konuşmak içinde erittim ve ortaya daha netameli Üç Zor Mesele çıktı. Niçin yaptım bunu? Her iki kitabın da müşterisi vardı. Yaptım, çünkü eşeğimi Niğde’ye sürmeğe rıza göstermiş olmak, her iki kitabın ikisinden de nasibini alamamış kıraat meraklılarına taviz vermekti. Paradoks her iki kitabın ikisinden de nasibini alamamışların her iki kitabın piyasaya çıkmasına sebep oluşlarındadır.”
-Üç Zor Mesele /
Tiyo Yayınları-
Terörde otohipnoz dönemi
Avrupa’ya yüksek yoğunluklu bir sıçrama yapan yeni terör dalgasını savunma analisti/ stratejist Aydın Çetiner’e sordum ve tek atışla yorumunu rica ettim, cevabı birlikte okuyalım...
“Terör kavram ve kuram olarak Batı’ya ait bir terim. Silahlı terör batıyı kalbinden vuruyor. Batı, terörü Ortadoğu’da bitireyim derken kalbinden vuruldu. Savaş ve çatışmaları Ortadoğu’da yapan, yaptıran batı, kendi topraklarına taşınan terör karşısında çaresiz. Avrupa’nın karanlık şafağı: Terörizm. Terörün boyutları teröristi, yapanı, yaptıranı aştı!..”