Bir evde, bir sokakta, bir şehirde, bir ülkede ve gezegende akan ayrı ayrı hayat var, hayatlar var. Bu hayatların bazısı birbiriyle kesişiyor, bazısı diğerinin varlığından haberdar olmadan akıp gidiyor.
Her evde, her insanda başka bir hayat aksa da şu anda ülkemizin ana gündemi Oruç, seçimler ve ekonomi.
Bu üç gündemin insan teki ve toplum üzerindeki etkileri, dinamikleri ve sonuçları farklı olsa da an be an bu üç gündemin birbiriyle buluşup tek bir gündem hâline gelmeleri de mümkün oluyor.
Mesela birisi çıkıp “oruçlu oruçlu şu adamı dinlediğimde sinirleniyorum”, veya “bu dolar yükselişi devam ederse borçlarım sebebiyle tansiyonum yükselecek ve ilaç alıp orucu bozmak zorunda kalacağım, seçimlerde de şöyle olacak böyle olacak” kabilinden sözler sarfettiğinde basit kesişme kümeleri oluşuveriyor.
Bir de tuhaf maydonozlar var orada burada.
Bir fikri yok ama hasbelkader bir fikri olanlara anında hakaret, küfür, saçma sapan bir dil ve zihinle seviyesizliğini boca etme psikopatlığı! Henüz çaresi yok ve sanırım olmayacak da.
Üç ana gündem mi demiştik? Oruç şırıl şırıl, seçim gürül gürül, döviz fırıl fırıl. Bir de kediler var Fatih’in avlusunda, onlar da mırıl mırıl.
Bazı siyasîler vicdanla, akılla, ülkeyle çelişseler de kediler okula filan da gitmedikleri hâlde kendileri ile hiç çelişmiyorlar. Ne var ki anayasal pratik ve teoriler, kedilerin seçilmesiyle ilgili öngündem düzeyinden bile fersah fersah uzak.
Seçimlerden sonra kabine yapısı epey değişecek ve bazı bakanlıklar da işlevsel olarak başka bakanlıklara bağlanarak, bakanlık sayısı azaltılacak. Fakat sorunlar da azalacak mı bilemiyorum.
Meselâ Kültür ve Turizm Bakanlığının ‘kültür’ kısmı Millî Eğitim Bakanlığına dâhil olacakmış. Yerinde olup olmadığı epey tartışılabilir bir karar bu. Düşünün, ‘kültür’ henüz kendi adını taşıyan bir bakanlık iken ‘turizm’e tahammül edemeyip bu ikisinin behemahâl ayrılması gerektiğini düşünerek, ‘kültür’ kavramının müstakiliyet ve değerini savunduğunu düşünenler varken, bu yeni yapılanma acaba nasıl karşılanacak ve daha önemlisi sonuçları ne olacak?
Ne demişti adını artık kimsenin hatırlayamayacağı bir bilge: “Hişşt sen, işine bak!”
Sorun şu ki işimiz neydi, unuttuk sanki.
İnce’den İnciler
Önceki akşam katıldığı bir televizyon programında gazeteciler soruyor, Sayın İnce cevaplıyor. Bu cevaplara katılırsınız katılmazsınız, sempatik veya antipatik bulabilirsiniz, zekîce veya aptalca da bulabilirsiniz. Ekran karşısına daha doğrusu millet karşısına Cumhurbaşkanlığı makamına dolayısıyla yeni sistemde bu ülkeyi herkesten daha iyi yönetmeye talip olduğunu söyleyen biri yapılacak eleştirileri de –hakaret vs olmadığı sürece- peşinen göze almış demektir. Neyse konuya dönelim; Sayın İnce televizyon röportajının bir yerinde Suriyeli sığınmacılarla ilgili şöyle bir yorum yapmış: “Gittin mi bayram tatiline kapatırım kapıyı kalırsın orada. Burası aşevi mi? Benim vatandaşım işsiz, emekli geçinemiyor…”
Neresini düzeltelim, neresine kızalım bu yorumun?
Bay İnce’ye şu kadarını hatırlatmak isterim ki bu ülke, bu millet insanlığın son adasıdır. Milyonlarca Suriyeliye olduğu gibi emeklilerine de bakacak güç ve şefkatin sahibidir.
Çorum’daki gizemli kız
Haberlemelerden geçilmiyor.
Neymiş? Çorum’daki mezarlığa gelip ağladığı görülen gizemli, efsane kız ‘yakalanmış.’ Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan kaba. Orada her şeyden önce insanî bir dram olduğu hesaba katılmadan, yırtıcı veya nadir bir hayvanı yakalamış gibi haber ve görüntü dili kullanmak tek kelimeyle ayıp, iki kelimeyle çok ayıptır. Hukukî açıdan da kimi kişisel hak ihlâlleri olduğu açıktır. Bu acayip ‘yakalama’ işini yapan görevlilerin, fotoğraf çekenlerin, çekilmesine müsaade edenlerin, iştahla haber yapanların…Hepsinin bir dakika düşünüp ‘ben ne yapıyorum?’ sorusunu sormadığı anlaşılıyor. Öyleyse biz soralım: Siz ne yapıyorsunuz?